günlerden
bir gün
iyimser
bir bulut
içini
bir çöle
dökmüş
...
Hassasiyetleriniz failin boyu ve gücü ile ters
orantılı seyrediyor
halbu ki
hassas olan ve hassasiyet gösterilmesi gereken
mağdurdur
kim olduğundan bağımsız.
...
...
herkes
her şeye o kadar hızlı bir şekilde üzülüyor ki
bize bir şey kalmıyor söyleyecek
bir fotoğraf karesi yahut kadrajı gibi düşün
herkes önü kapmış
yerleşmiş çerçevenin kucağına
bize yer kalmamış önlerden
arkadan da
ne siluetimiz ne de suretimiz görünüyor
bir oyun
sanki
...
üzülme ya da üzüntü bildirmenin
hele de bunu sanal mecralarda yapmanın
konforu hiç bir şey de yok
risk yok,
diyet yok,
sorumluluk yok
inisiyatif desen o da yok
riya toplumu
...
henüz doğmamış çocuklar
olmamış fikirler
belki
kurtaracak bizi
bütün tabakların rengini gördük
yaşadık bütün masaların ahengini
hiçbiri mutlu etmedi bizi
hiçbiri
şimdi dağınık bir masa
kırılmış bütün tabaklar
ve çatallar kana bulanmış
bir sofra seyrinde
bir diğerinin etini yemişiz
kimi zaman ruhunu
yoksa böyle dağınık kalır mı
masa
toplayacak kimse kalmamış,
yıkayacak...
bizi henüz doğmamış çocuklar
ve gün yüzüne çıkmamış dünyalar
kurtaracak
...
ne uzun bir ay şu haziran
ne uzun şu gün
yirmi saattir uyanmışım
ne ay bitiyor bugün
ne de gün
...
biliyorum
çağırdığım
kimse gelmeyecek
buraya
gönlüm açılıyor
bir telaş, bir heyecan bende ki
sorma
ama sadece bende var
ne varsa
manav, bakkal, kasap ve çok süper olan market çalışanları
yani mahalle eşrafı
kendi işinde, gücünde
her şey
yani benden habersiz
en çok benden
çünkü
şimdi her şey dediğim şey
şu anda içine neyi alıyorsa hepsi bana ait,
bana dair
yazık
kimsenin bundan haberi yok
bir telaş bıraktım buraya
bir de hezeyan
mahallenin orta yerine
bir hortum gelip savursun diye
kimse
bilmedi
kimse görmedi beni
yangın yerinde
orman yanıyordu
koca koca ağaçlar
ceylanlar ve tavşanlar kaçıyordu
sıçanlar da...
bütün televizyonlar onların feryadına
kesmişti canlı yayınlarını
oysa ben
küçük bir tırtıl
kozasında demlenmiş
bir kelebek olmaya
bir nefeslik zaman kalmışken
böylesine
yanıyorum kimse görmüyor
beni
ağaçlardan
....
sana
bir bahçe yaptım
acıdan hikayeler,
sudan bahaneler
ve
hiç solmayacak bir gülüş
ektim
tohumnan
hemde en
harbi
ve hakikisinden
ama
bitmedi
hiç bir şey
...
çehresi bildik bir acıdan
batmış sanırsın
bu bahçe
çok hazan görmüş
çok
bozan
...
hele güllere
hele güle bak
ne çok diken var
gül/ün bedeninde
...
tellere sarılmış
dikenli tellere
zâr
...
...
gönlümüz
gövdemizden
geniş
...
kimde yara var
kimde kan
elimizde oksijenli su ile
gönlümüzden bir pansuman
...
içimde bir
İzmir çarpıntısı,
İzmir sancısı var
...
nicedir
gördüğüm bütün fotoğraflar oradan çekilmiş,
bütün trenler oradan geçmiş,
bütün denizler oraya kıyılanmış,
bütün sevmeler orada başlamış
gibi geliyor...
Bazı kuşlar uçmaz,
Bazı arılar bal yapmaz
...
Bazı ağaçlar çiçek,
Bazı insanlar yürek açmaz
...
Bazı insanlar sevmez
Bazısı nefret etmez
...
Bazı ocaklar tütmez
Bazı bucaklar erişilmez
...
Bazı yollar bitmez
Bazısı da ne yaparsan yap başlamaz
...
Bazı ağrılar dinmez
Bazı yaralar iyileşmez
...
Bazı sözler unutulmaz
Bazıları iyi gelmez
...
Bazı kitaplar bitmez
Bazı insanlar hiç
Bazıları da yeteri kadar sevilmez/anlaşılmaz
...
Bazı ruhlar ölmez
Bazı insnalar da
...
Bazı sevmeler bitmez,
bazı nefretlerde
...
Bazı zamanlar geçmez
Bazı nehirler akmaz
...
Bazı evler ısınmaz
Bazı insan üşümez
...
ben bir yangın
çıkardım kimseler tutuşmadı
tomalar koma halinde,
suskun sendikalar,
suskun işçiler
bir tek köylüler de var
ne varsa
onlar da
tik tok aleminde cümbüşte
"bu nasıl bir rüya"
...
köpekler eylem hazırlığında bütün sokaklarda
sokaklar dar
dünya geniş insana
...
ben bir bir kavga çıkardım kimseler vuruşmadı
öylece kursağımda durdu ve geçmedi bir yere hevesim
...
sonra boğuldu ne varsa
kediler,
köpekler
ve
hevesim
ne varsa cümbüşe dair
dört kişinin toplanıp kimsenin konuşmadığı
bir ortamda
...
ben bir dize çektim
feleğin çarkından
kimse şiir demedi
"ben yazdım kimse okumadı"
sadece burada kaldı.
.
ben sana çok şey diyebilirim, sen bana asla...
ismi imla hatasıyla malûl bir sokak
açmazı bu
şu anda
kafes darlığı sinemde duran
...
gidip geldiğimiz yol aynı
insanlar da aynı
ve küçükler
karıncalar kadar
ama maharetli değiller onlar kadar
ben dahil
...
bencillik zengin açmazı
fıkara avuntusu işte
...
çöl bilmeyen
susuzluktan dem vuruyor
akşamdan sabaha,
"el tokadı yemeyen...................."
bir nefreti kusuyorlar üzerimize
dost meclisi görünümlü
idam sehpalarının üzerinde
dilim bir sihre meyilli
dönüyor dönüyor da ağzımın içinde
sadece susuyor
ufkum mahçup suretime
kızarıyor,
kızarıyor,
kızarıyor
....
okkalı bir öfke
enkaza dönmüş ufkum
kaz kaz nereye kadar
bütün enkazların altından devlet
çıkıyor
ve
kim çıkarırsa çıkarsın
o devlet kur(t)ulmuyor
öyle vebalı
...
kaç atımlık barutum
bilmiyorum
kaç kere daha ateşlenirim
bu yağmurun içinde
kaç hece daha kusabilirim
kelimelerin cümlelerin bağrına
bilmiyorum
...
anladığımı sandığım bütün
meselelerde bir ga(r)ip
bir acayip hal oluyorum
...
bir yokuştayım
git
git
git
bitmiyor
ne yokuş
ne de içimdeki tırmanma hissi
....
bu yazı,
üzerine su dökülmüş ayazda
kırık bir fay
oynar durur rüyamda
iklim
bir ihtimalden daha yakın
kazma, kürek, demir ve toz
nereye dönsen
bütün iktidarlar yoz...
inşaatçı, müteahhit, belediye başkanı...
sırf
onlar tıkınırken
ses çıkarmayın diye
başka bir dünyanın
var olduğuna inandırmaya
çalışıyorlar sizi.
bu dünyanın nimetlerini kendilerine,
külfetlerini size pay ediyorlar...
inanmayın.
bir ince kin
sızı gibi oyan
içimi
sert
yar yar koyu
hiç bitmeyen mesai gibi
orada tezgahta duran
...
kendimle çocukluğum arasında
bir mesele
bu
husumet
insan kendine hısım değildir
lakin
hasım olabilir
...
hangi masala
başlasam
kahramanları bir musalla taşında
soluk alıyor
ve bir daha vermiyorlar...
İçimizde
içine sıkıştığımız, hiç bitmeyecek gibi duran
bir bugün
ve
hiç gelmeyecek bir yarın var
gittikçe büyüyen dağ gibi...
ben telveyim
kahve fincanın suretine dağılmış
İn-cin eşkalli
bakmayı bilen çok şey görür bende
bilmeyen kör
ne diyeyim...
bütün yakalar aynıdır
kırmızı, sarı, yeşil
ve beyaz
ve mavi yaka...
çarkın başındaki düğmeye basan ile
çarkı çeviren aynı eller
birinde nasır var çarktan kalan
diğerinde ise soyulmuş ovuşturmaktan
aynıdır yakalar
aynı
beyaz, yaka mavi yaka
aynı terane ayrı caka
...
insan neden mi yazar?
yazar,
çünkü
kimse anlamadığı için
yazar,
kimseye anlatamadığı için
yazar,
kimseye konuşamadığı için
yazar,
kimseye kusmadığı veya kusamadığı için
yazar,
herkes sustuğu ve
herkese sustuğu için yazar
...
"uyku tut beni
ya da
bitir bu savaşı
unut beni"
riya ülkesinden bildiriyorum bu gece de
çılgınca haller geçiyor şah damarımın
sınırlarında
beni uçuracak Silivri'de bir dergaha
tutuyorum dillerimi
kusmak hiç bu denli cezbetmemişti midemi
ama nereye,
kime...
bir çığır var bütün çığlıklarını anaların
taşıyor sinesinde
kurşun atanın da
o kurşunu yiyenin de annesi, anneleri
"ki bir anne bütün insanların ve insanlığın annesidir kendi yavrularının şahsında ve yeryüzünde"
dedim ya riya ülkesinden bildiyorum
kılıçlarından damlayan kanı temizleyip
hamiline yollayan da
ne bileyim işte o ve onun gibiler de
bir kuşa bir zeytin dalına vurgun bu şafakta
düşündükçe midem
ağzıma yollanıyor cümbür cemaat
paralel bütün evrenler ve
zaman
pek sayın Aynstayn'ın dediği gibi gözün gördüğü görmek istedigiyle ilgili
...
din, iman, lisan ve izan
aynı yerde boğuldu
...
"bir merminin üstüne yazılan bir mesaj
gittiği yerde nasılsa okunmayacak "
...
yıldım
...
savaşı herkes seviyor aslında kendisi savaştığı sürece
herkes uzaktaki savaştan nefret ediyor
kendilerinin niye yok diye
bir haset üzre kurulu modern zaman insanının hezeyanı...
karıncalara bakın
insanların onlara
nasıl davrandığına
sonra da hep bir ağızdan
salyalarınızı
"uzaktaki savaşlara hayır..."
uyku tut beni ya da bitir bu savaşı
unut beni.
duru ve berrak bir su
birazdan bir toz bulutuna bulanacak
bir hortumun marifetiyle
uçuşan naylon poşetler
göğünde
ruhum bu teşbih
sana bu tasvir sana
...
t/ipsizdim
dipsiz kuyulara hüznümün ağırlığıyla boca edildiğimde
çocuktum daha
daha kendime bir ilk, bir bahar bulamamıştım.
...
kimse duymayacak biliyorum
sesimi,
sesimizi
ben hem BİR'im hem de ÇOK'um
arasan yerle gör arasında aslında orada da yokum
olmadım hiç
bütün mesafeler uzak
bütün eller yumuşak, kadife sesli bütün yüzler
saçlarım bir elin hayalinde kaldı,
sesim kadife bir noktanın ezgisinde
kastım bu değildi yaşamaktan
kıstım, kıstırıldım.
...
diken ve gül
hangi mahkumun açmazı
gülün mü?
...
biliyorum kimse salmayacak ipini
sarkıtmayacak bedenini
cepleri dururken uzatmayacak ellerini...
onşubatayini
burada noktaladı
hüznün tayinini
geldi ve bir daha gitmedi...
Doğa
sertlik yanlısıdır...
diplomasi
naif insanların
uydurduğu
zalimlerin ise kullandığı bir
oyalama aracıdır...
her sözüm yalan
rüzgar,
her sözüm yalan
bu rüzgar yüzümü ısırıp geçti
ebeden çözülmüş bağları dizlerimin
kopmuş, berhava, avara
evet
böyle zamanlarım da oldu
böyle ağrılarım
boşluğa boca edilmiş çağrılarım
bir doktoru mesleğinden soğutan sanrılarım
onlar da oldu elbet
güldüğüm zamanlar
hem de
göbeğimin orta yerinden bedenime dağılan ağrılara sebep olan
sabrım da oldu kabına sığan sığmayan...
beklemelerim,
beklentilerim...
efendim hattı zatında
ceviz çok faydalı bir yemiştir
ve bende çok severim kendisini
bir gün sokaktan geçerken
gözüm ilişti bir ağaca ve
dalındaki cevizlere
sonra da ağaçlar aramda duran duvara
sonra da o duvarın etrafını sardığı camiye
içimde karşı koyamadığım bir yeme isteği
sonra da birazını toplayıp eve götürme
peki kimden müsaade alacaktım almak için cevizleri
müezzin, imam yahut cemaat kimin malı burası?
aklıma geldi birden
derler ki tüm mabedler Tanrı'nın evidir
bütün dinlerce böyledir.
o zaman burasıda onun evidir
ve yine derler ki "O her şeyi görür, duyar işitir."
madem o görüyorsa bu benim için kafi dedim ve başladım toplamaya
birden bir ses duydum öteden
-bre kafir Tanrı'nın evinin bahçesinden ceviz çalmaya utanmıyor musun? Hırsız! dedi
hırsız ben miyim? diye iç sesim konuştu benimle dışarıya çaktırmadan.
-Tanrı'ya inanıyor musun? dedim.
-O ne demek, tabi ki? dedi.
-Peki O şu an görmüyor mu bunları aldığımı? diye sordum.
biraz durdu, düşündü ve ekledi
-O her şeyi görür, dedi.
-Madem burası O'nun ve O her şeyi görüyor bu durumda benim yaptığıma hırsızlık diyemezsin değil mi? Gizli bir şey yapmıyorum sonuçta, O'nun evinden O görürken alıyorum bu cevizleri. Rızası olmasaydı bir işaret çakardı herhalde. Hem sen kim oluyorsun mülk sahibi ses etmiyorsa sana ne olmuş, sen ne karışıyorsun.
dedim.
"...aklıma suyun intiharı geliyordu hep
şelale deyince..."
Birhan Keskin
...
bir suç ortağı bulunduğunda
hayvanlar dahil bütün canlılar
intihar edebilir
...
bir köpek yola atlayabilir bir araba gelince
oynar hayatının en büyük kumarını kendince
...
hayvanlar oynar mı kumar?
intiharı deneyen hayvanlar
kumar mı oynamaz!
...
ben sıfırdan bire kadar
bir yolda 41 kere döndüm
dolaştım
...
gemiler demirli duracağına yansındı
geçmiş önüne set çekiyorsa yansındı
yol önünde kısalmıyorsa bitsindi
...
bütün bir rüzgarı önüme aldım
yüzüm rüzgara daldı/m
şimdi
...
bir bebek misali
sıfır her şey
sıfır...
nerden baktığın önemli
sıfırı tükettin
ve düştün...
bir bakış
sıfır daha başlamadın yola
buda bir bakış
...
şimdi
ben emeklerken yürüdüğümü zannedenler var
sonra
ben yürürken koştuğumu,
koşarken de uçtuğumu zannedecekler olacak
...
daha bir şey göstermedim
daha bir şey görmedin
ve görmediniz!
...
ülkemdeki
ormanlar gibiyim
yanacak bir şey/im
kalmadığında
sönebiliyorum
ancak
...
ne bir damla su
ne bir kürek
ne de bir tırmık
dokunuyor sineme
...
yanıyorum,
yanıyorum,
sönüyorum
...
#ocavık #hozat #tunceli #muğla #manavgat #dersim #bingöl #çewlik
belki de hiçbirimiz sandığımız kadar;
-iyi bir baba,
-iyi bir eş,
-iyi bir dost,
-iyi bir amir,
-iyi bir mamur,
-iyi bir insan,
-iyi bir...........
değilizdir...
bir kağıdın içinde sarılı geldim
büyüktü dağlar
bütün bütün üstüme çullanan
bense sırtımdı sanmıştım oysa
...
tüyü bitmiş bir kısrak
yolların en tenha kıyısında
yitirmiş benini
bulmuş beni
...
bendeki kimlik,
karnımda biriktirdiğim bir sevgi çöpünden ibaret
...
bir hotumun yarattığı toz bulutunun içindeki zerre
düşmüştüm senin içine bir kere
...
yurdum güneşin balçıkla sıvandığı bir cehennem
durduğum kapı senin vurduğun yere çıkıyordu
sen bir çölü ihya etme
bense bir inadı büyütme derdindeydim
sen kaybettin
...
bu bahçe tekin değil,
yeni imar planı;
evleri birbirlerine yakın
yapıp
insanları birbirlerinden uzak
tutuyorlar.
evler yakınlaştıkça
insanlar uzaklaşıyorlar birbirlerinden...
...
bir yelden almış yüzünü
almış süpürmüş bağımı,
özümü...
güldü bir parça merhamet
yerine
sandım ki o da daldı ben gibi
derine
baktım ve
kuytudur dedim
ikimizin de dilinin üzerinde gezinen kelime
o/ysa tenha dedi ve sustu ikimizin yerine
niye dedim bunca mesafe, bunca kelime
o/ysa niyet dedi,
kuru ve boş bir yaprağı alıp tutuşturdu elime...
her defasında başından başlayıp
aynı yerde bırakıp
aynı yerine bırakıyorum
masanın
bu kitap
belki bana göre değil
belki de ben ona göre bir okuyucu değilim
bir kısır döngü
hep başa saran
hep boşa yoran
...
sabrım mı kalmış sanki
taşmış içimden
şuncacık kalmışsa
kalmışsa şuncacık içimde sabır
o da burada taştı
tükettim onu
sanırım
...
döngü kısır
insanlar kısır
ve ağır kusurlu
sokaklar çer çöp dolu
hava tozlu
toprak yağıyor taaaa Afrikalardan buraya
iklim kendini bozmuş
zaman kayık
mevsimler kayık
kış kışlığını yapmıyor
ama
puşt her zaman ki gibi puştluğundan esirgemiyor bizleri
bir kıyamet sanki
bir doğum sancısı
bir boğum olup boğazımın yollarına barikat kurmuş
terliyorum
sanki ömrüm bütün terini bugüne saklamış
sırıl sıklam
ağzım, burnum,
yüzüm, dizim...
...
uyanmadım!
…
bir tahterevallinin iki ucu gibiyiz
ayrıyken bir anlam buluyor varlığımız
bir yerde buluşunca kaybolup
bozuluyor ayarımız
...
yolundan şüphe duyanlar
yani
kendileriyle değil de
bir şeylerle yahut başkalarıyla var olanlar
çizgi sahibi olurlar
önlerine, arkalarına, sağ ve sol yanlarına
hatta
kafalarının üstüne
çizgi çekerler...
ahhhhh onlar ki
ne kadar da çaresiz,
ne kadar da ilgiye aç
dokunmaya muhtaç...
bakmayın öyle külhanbeyi narası perdesinden fırlayan kırmızı çizgilerine
rengin bir ehemmiyeti yok
çizgi çizgidir...
bir korkunun göstergesi,
bir konağın yıkılma tehlikesi
ya bildiklerim, inandıklarım yanlışsa kaygısı
heyhat!
halbu ki şüphedir
bizi bugüne getiren
bildiğimizden şüphe duymalıyız
düşüncelerimizden de
bilmediğimiz gizli dehlizlerinin olabilme ihtimali
içimizi yiyip bitirmese de bizi diri tutmalı
kibrimizi insan kılmalı
...
oysa sen
"küçük insan"
yolunu kaybetme kaygısı,
geldiğin yere dönmeme korkusuyla
çizdiğin çizgiler
işte onlar
bütün bu rezilliğimizin
müsebibi
sense taaa
Habil'den beri iflah olmayacak
yarasısın bu evrenin...
bekledim
bir dağın sabrıyla,
bir dalın acısıyla
üzerime sinmiş insan tozunun
genzimde bıraktığı sisli koku ile
bekledim...
denizin boyum kadar altında
içimde kocaman bir taş ile.
belki dedim,
belki bu beklemek
bu ruhu terbiye eden temrin
bu dudaklarına hapsolmuş emrin
bir inciye dönüşür
içimdeki taş
altın kadar değerli
...
olmuyor
kurduğumuz uzun cümleler,
gerdana hapsolmuş acemi öpüşler
ve bir düğmeyi çözmeye mahcup
dudaklar dolusu mazi
çok sonra anladım
çok sonra
insan bedeninin fazlalıkları,
girintileri ve çıkıntılarıyla
öğrendikleri kadarmış.
gecikmiş,
geç kalmış bir idrak
ben bir istirdyeyim
Cibran'ın soru sorduğu
sen ise içimde rengi altına çalan ve bir türlü
demlenmek bilmeyen
inci
...
artık
bir
düşe hapsolmuş
açık kalmış
ve kapanmamış bir yevmiye defteri
aramızda
ki
hiç
kapanmayacak
bu
mesafe
...
ah izmir
izmir olalı böyle bir tıkanma
görmedi, görmeyecek...
İ.D.
kıştan oyma bir mevsim
kıştan yapma bir resim
bir kuşun oyma nakışlı kanatlarına aldandı
gözüm
kederin bütün köprülerinde estim,
kısık bir sesle gürledim de
kıştı mevsim
beyaza boyanmıştı resmim
çuvalladı kaldı
ulu orta bu cenderede neslim
sıçtık!
…
yürek zalimin hakkı
kürek yetimin/mazlumun hakkı
bunu geç öğrendim
bu yüzden zalim olduğum zamanlarda
yürekli saydım kendimi
ahhh talihim ne büyük yanılgı içindeymişim…
şimdi
bir mazlumun efkarını taşıyorum sinemde
bir çuval gibi
aynen
…
yeterince
dağıldık
şimdi
içtima
vakti
...
bir çuval
dolduğu yerde kalmış
olduğu gibi
öylece
bin yılmış sanki
orada…
bir çuval
yaslamış sırtını duvarın dibine
birazda toplanmış göbekten aşağıya
…
tembel bir çuval
hımbıl
bir yorgunluğu taşıyor içinde
yaşıyor an ben an soluksuz
yorgunluğunu
koyu bir rüzgar,
bölüyor uykusunu yarılıyor
ortasından iki dilime
düşüyor, dağılıyor halıya kilime…
ölmek için bütün bahanelerini dizginleyen ben
bugün onları tutmama,
bir cemiyete boca etme derdindeyim
ahvalim
çuvalla atışma da
ruhum bedenimde çatışma da
…
tutmuşum,
tutuşmuşum
kimin saçlarına değiyor ki?
kimin ellerine,
kimin kemiksiz diline
bir çuval gibi
haydi git işine…
avucum ellerimin içinde
nasırlar doluşmuş her bir çizgisine
gölgesinde bile konaklayamayacağım bir kasrın inşasından
dudağımda ıslık gibi salyalarca damıttığım ezgisine
kim inanırsa
kem inanır
kim görürse
kem görür
bir çuval
bir duvar
bir de beni….
…
duvar aynı duvar da ben çuvalım
sanki
büklüm büklüm
bükülen iki parçaya
….
....
hayatı boyunca aynı
espriye tutsak bir komedyen
kendisi dışında herkesi güldürebilir
ilk defa
ama hiç kimse aynı
espriye gülmez
aynı perdeden
ikinci defa
...
nicedir
inatla aynı yere damlıyor su
hoyrat ve bilmediğim bir dilde ısrar ediyor
bense deli bir inat taşıyorum alnımda
ölsem,
kalsam
kimse bilmeyecek
nedenini...
haznem tütsü diyarı
envai çeşit yara taşıyorum
kokmasın mı?
nicedir,
boynumda bir nasır
kimin günahını taşıdıysam
artık
bilmiyorum
...
nicedir
hırlayan bir köpek
ötemde berimde dolanıyor
insani seslerle hırlıyor
boğazından anladığım dilden tükürükler saçıyor hüznüme
genzinin bir yangına mahal olduğunu biliyorum
ne susuyor,
ne gidiyor,
ne de ısırıyor...
nicedir...
kimse bilmiyor
içime musallat olan "ince"liği
bedenimde iki kafes biri yan yatmada
kaytarmada diğeri
ama
kimse
o
bilmiyor...
su akar yatağını bulur...
su dediğin neydi ki
ne oldu şimdi?
o yatak dediğin sırtı yumuşak toprak
şimdi nerede
hangi dere kaldı suyu muhafaza eden
hangi çay,
hangi göl,
balıkların yurdu hangi su
toprak mı kaldı binalardan
yatak olsundu?
su akar
yatak yalan
binalar çirkin
ve
modern zaman dediğin
küçük insanın
uzun suluklu bir aynada silüetine
bakarak
gün be gün ölmesidir.
haaaa atalar iyi niyetliymiş
de
bu sözün başka bir gideri yok
midemiz geniş değil
o kadar açlıktan sonra
...
köktüm
ağacımın gölgesinin altındaki toprağa saklanmış
ben mi ağaca muhtaçtım
ağaç mı bana
hiç bilemedim
insanların seslerini duydukça.
uzadıkça uzadı dalları ağacımın bilmediğim görmediğim yerlere
bende yerin altında hissettiğim kadarıyla izliyordum
görmeden hissederek
...
köktüm
taşıdım bütün gövdesini ağacımın
dallarıyla beraber
kimse görmedi, bilmedi beni
varsa yoksa gövde
varsa yoksa dallar
şiirler yazıldı her ikisine de
oysa bendim
gövdeye can dallara suyu taşıyan
kimseye görünmeden
olanca mütevaziliği ile
gösteriş yapmadan
...
papatyalar
çiçekler dolaniyor saçlarında bir kadının
rüzgar kendine çekiyor
tutup saçlarından
yüzünde kuşlar cilveleşiyor
kaşın, gözün o biçim
haberi yok içinin
ben söyle(r)miyim
bilmem...
içinde izmir geçen ne çok
cümle var
diline
yanaşan
yakışan
...
sen sana yakışanı
yap
gülümse
...
adamın iki bacağı yok koltuk değnekleri ile durdu yanımızda
-sigara var mı? diye sordu.
sanki yıllardır tanışıyormuşuz edasıyla yaptı bunu, halimizi sorar gibi.
-yok kardeşim maalesef, kullanmıyorum dedim.
-eyvallah.
deyip yoluna devam etti.
koltuk değneklerinden güç alarak yokuş yukarı tırmanmaya başladı.
yanımda duran arkadaşım,
-adama bak iki bacağı yok, buna rağmen hala sigara içiyor! dedi.
-belki de bacakları olmadığı için içiyordur.
dedim.
Bizim temel sorunumuz kendi değer yargılarımız ve kendi tecrübelerimiz üzerinden başka hayatları yargılıyoruz. hemde bunu yaparken o başkalarının ne yaşayıp ne yaşamadıklarını gözardı ediyoruz.
Biraz empati çok şeyi değiştirecek, hemde çok şeyi.
adımın okunuşu ile yazılışının farkını
gri binalara girdiğimde
öğrendim,
resmiyet bizim cemiyet hayatımıza
ilkin adımızı hizaya koyarak giriyordu
sonrasında ise malum andımız...
***hafızam yetmiyor hatıramın yüküne...
çok şey hatırlıyorum yerli yersiz
ismini bilmediğim yüzleri mesela
beni unutan, beni tanımayan yüzleri
bir durak ahbaplığından, bir yağmur kaçaklığından,
bir ekmek kuyruğu ya da market sırasından
hatırladıklarım var...
parkta oturanlardan, üstüme vazife olmayan olaylardan
ve
sahibinin dahi unuttuğu anılardan
çokça şey duruyor hafızamda...
sanırım taştım
sığacak bir kabım
katlanacak bir dolabım yok
dökülmüş ötem berim
derim
toplayacak kimse yok
...
hangi cehennem alacak ruhumu
hangi yangın o köze dokunmaya cüret edecek?
kendimi imla kılavuzundaki bir imla hatası saydım
ötesi yok
avunduğum hiçbir duvar
teselli etmiyor
hiç bir duvar
teselli bir uzak ihtimal şimdi
olancasıyla ihtimam gösterdiğim
...
su istedim
bir çeşmenin önündeyim
ellerim buz
ayaklarım su
ağzım tuz içinde
damağım bir meşke dalmış dilimin ucu ile
dilim kemiksiz
kuru kupkuru şimdi
aççokaçşimdi
...
bu bendeki efkar
bu bendeki efkar
bu bende efkar
başka surette sırıtmıyor böyle
sorsan hüznün darağacı bir ruh hali içinde resmim
kulaklarım, ağzımın sınırlarından usanmış
tel tel dökülüyor çizgiler suretimden
...
ilk hangi iklim ters yaptı,
hangi kapı kapandı,
hangi tel koptu
ve ahenk hangi bakışta kaptırdı kendini o çıkmaz yokuşa
...
artık
taştım
katı
adımın okunuşu ile yazılışının farkını
gri binalara girdiğimde
öğrendim,
resmiyet bizim cemiyet hayatımıza
ilkin adımızı hizaya koyarak giriyordu
sonrasında
ise
malum andımız...
dal boyu ömrüm
bu kıvam, bu kıvrım niyetim değildi.
düşmüştüm seyrine bir gülün
bu toz, bu diken umrum değildi…
gül,
kendinden geçti
dal onun, gövde onun ama suç benim değildi…
kırdı belinden bir çiçekçi
gülü dalından
el onun, makas onun ama gül bende değildi…
baktım saksının çemberine
gül k/oymuşlar içine
masa benim, toprak benim ama saksı benim değildi…
dal boyu ömrüm
döndüm,
dolaştım,
gönül benim, beden benim ama ruh benim değildi…
İ.D.
... yüzün bir duvara ekşimiş kimin umurunda ...