DOST MECAZI

insan bir kadife taşır sinesinde
rüzgara hisli...
kime konuştuğunuz değil kime sustuğunuz da önemlidir bazen
bir manzaraya bakar gibi,
bir denize akar gibi
yaptığınız zamanlarınızda 
sükuneti bir gölge gibi başınızda tutan...
bazen hiç bir su serinletmez 
bağrınızı 
hiç bir yel, 
hiç bir el 
değemez saçlarınıza
hiç bir ilaç dokunmaz
yaranıza
bütün ilaçlar tuz, 
bütün tatlar acı
ve bütün insanlar yabancı.
merhem kimsede değil 
sizdedir
ama siz
susmak istediğiniz 
bir makam,
bir dağ ararsınız 
üstelik herkese ve her şeye bu kadar adil bir mesafe koyarken...
konuşmanın yetmediği dostlarımız,
konuştuğumuzda dinleyen,
sustuğumuzda susan dostlarımız,
bize anlatmak istediklerinden ziyade 
dinlemek isteyenlerimiz.
herkesin
hunharca kendini anlatma aşkına kapıldığı bir çağ bu
dinlemek çok kıymetli anlatmaktan
hem de öyle sadece sesinizi değil sessizliğinizi de...
misal ben kendime susuyorum
kendime...
kusmak istediğim zaman bir lavabo gibi 
olur içim
insan bazen içine kusar
çünkü dışındaki hiçbir şey kabul edecek gibi değil içindekini
işte
böyle zamanlarda kimse anlamaz sizin bir mide sorununuzun
beslenme borusu ile çözülemeyeceğini
kimse anlamaz.
dost olan bilir aslında susmanın içeriye kusmak olduğunu 
susar saygısından sessizliğinizi dinler
dost olmayanı da demeye hacet yok onlar biliyorlar zaten 
nerde susmamaları ve nerde konuşmamaları gerektiğini...




Saygı

bir insanı sevme ya da sevmeme keyfiyetimiz olmalı 
elimizde kalan son mevzi bu nasılsa
ama bu keyfiyet
ona ve onun doğrularına saygı göstermemiz gerektiği gerçeğini değiştirmiyor.
mesela
sen büyük olguların ve fikirlerin insanı olabilirsin
bense sabahları güneşin doğuşunu izlemek dışında bir tasaya yer vermeyebilirim dünyamda
ya da senin "bir yere gelmekten" anladığın şey 
benim yer diye bildiğim bir yer olmayabilir.
mesela
sen 8/5 çalışmayı basit görebilirsin
ama ben 
hayatımı onun geleceği günü beklemekle geçirebilirim.
*
demem o ki 
hayaller güçlüdür
ne barındırdığı ile ilgili değil bu 
güç
bu güç 
sende, bende, onda ve diğerlerimizde ne kadar yer kaplıyorsa 
o hayaller
o kadardır güçleri
ve 
sinelerimizin genişliği bir değil
coğrafyalarımız, dağlarımız ve nitekim ovalarımız farklıdır.
her iklim bulunduğu yere göre güneş alır ve onunla yetinir.
acı, acıdır 
ama her bedence bıraktığı sancı farklıdır
eşikler farklı kapısına göre yapısına göre
türlü türlüdür.vesselam..
*
evet kimseyi sevmek zorunda değiliz
ama saygıyı 
her canlı hak ediyor
...
bir insan bile 
karıncaları 
demiyorum bile...

KÖK

köktüm 

ağacımın gölgesinin altındaki toprağa saklanmış

ben mi ağaca muhtaçtım 

ağaç mı bana 

hiç bilemedim 

insanların seslerini duydukça.

uzadıkça uzadı dalları ağacımın bilmediğim görmediğim yerlere

bende yerin altında hissettiğim kadarıyla izliyordum 

görmeden hissederek

...

köktüm

taşıdım bütün gövdesini ağacımın 

dallarıyla beraber

kimse görmedi, bilmedi beni

varsa yoksa gövde

varsa yoksa dallar

şiirler yazıldı her ikisine de

oysa bendim

gövdeye can dallara suyu taşıyan

kimseye görünmeden 

olanca mütevaziliği ile 

gösteriş yapmadan 

...




kendi şiirine mahcup şair

-sana diktiğim elbise olmamış.
 dedi terzi.
kadın ise
-yooo gayet de beğendim tam bana göre dikmişsin.
dedi. 
terzi 
-öyle diyorsun da ben beğenmedim sendeki duruşunu ya da fazla gelmiş sana.
-nasıl yani? diye sordu kadın
terzi tekrar söze girdi,
-sanki sen değil de elbise giymiş seni.
dedi.
kadın afalladı, anlamadı terzinin ne demek istediğini.
-ne demek istiyorsunuz anlamadım? 
dedi.
terzi,
-zaten anlasaydın ben bu cümleleri kurmuş olmazdım. 
dedi ve ekledi,
-lütfen çıkarır mısınız? dedi.
kadın durumu anlamamış olmakla beraber çıkarıp elbiseyi bıraktı tezgahın üstüne, şaşırmış ve biraz da kızgın bir şekilde
-iyi günler size o zaman! deyip çekti gitti.
bense bir hafta önce verdiğim paltomu almak için sıramı bekliyordum bunlara şahit olurken.
kadın gitti gitmesine de mekanda bir anlamsızlık duygusu bıraktı çırağın göz bebeklerinde, o da anlamamıştı ustasının neden böyle davrandığını.
durgun bir göleti andıran bakışlarım biranda azgın bir nehre dönüştü ve kıskandım terziyi, keşke benim de böyle bir imkanım olsa da, yazdıklarımı geri alabilsem.
sözlerimi, şiirlerimi, mesajlarımı ve söylediğim şarkıları. anladım çoook ölçüsüz yazmışım bütün şiirlerimi, hepsi de serbest nazım.


 

ÇİLEMİZ

"insan, 
hiç tanımadığı, hiç bilmediği 
birinden 
yahut bir şeyden 
neden nefret eder ki"
hep aynı nakarat
bol acı
bol baharat
...
iklim bir ikilem bağışlıyor boylu boyunca
ya çık,
sokağa taş/la
ya da kal içerde
bağrında kocaman bir taş/la
...
ayna,
sakallarım sineme erişmiyor bir türlü
uza uza nereye kadar
yüzüm bir vadinin hatlarına
utanıyor
göz çukurularım annemin yadigarı
hüznüm babadan
...
kaçıncısı bu sayamadım
gayrı resmi bir dilde acı çekiyor
ve mütemadiyen 
tanımadığımız insanların nefretine mazhar oluyor terimiz, tenimiz.
bu bir
siyasi münazara değil
ruhum sendeki manzara
bu
...
hep aynı şarkı
aynı nakarat
aynı yemek
ve bol baharat...

Gülümse

 papatyalar 

çiçekler dolaniyor saçlarında bir kadının 

rüzgar kendine çekiyor

tutup saçlarından 

yüzünde kuşlar cilveleşiyor


kaşın, gözün o biçim



haberi yok içinin


ben söyle(r)miyim


bilmem...


içinde izmir geçen ne çok 


cümle var


diline


yanaşan


 
yakışan



...



sen sana yakışanı



yap


 
gülümse


 
...

Empati

 adamın iki bacağı yok koltuk değnekleri ile durdu yanımızda

-sigara var mı? diye sordu.

sanki yıllardır tanışıyormuşuz edasıyla yaptı bunu, halimizi sorar gibi.

-yok kardeşim maalesef, kullanmıyorum dedim.

-eyvallah. 

deyip yoluna devam etti.

koltuk değneklerinden güç alarak yokuş yukarı tırmanmaya başladı.

yanımda duran arkadaşım,

-adama bak iki bacağı yok, buna rağmen hala sigara içiyor! dedi.

-belki de bacakları olmadığı için içiyordur.

dedim.

Bizim temel sorunumuz kendi değer yargılarımız ve kendi tecrübelerimiz üzerinden başka hayatları yargılıyoruz. hemde bunu yaparken o başkalarının ne yaşayıp ne yaşamadıklarını gözardı ediyoruz.

Biraz empati çok şeyi değiştirecek, hemde çok şeyi.

Hafıza

adımın okunuşu ile yazılışının farkını 

gri binalara girdiğimde 

öğrendim,

resmiyet bizim cemiyet hayatımıza 

ilkin adımızı hizaya koyarak giriyordu

sonrasında ise malum andımız...

***

hafızam yetmiyor hatıramın yüküne...

çok şey hatırlıyorum yerli yersiz

ismini bilmediğim yüzleri mesela

beni unutan, beni tanımayan yüzleri

bir durak ahbaplığından, bir yağmur kaçaklığından, 

bir ekmek kuyruğu ya da market sırasından

hatırladıklarım var...

parkta oturanlardan, üstüme vazife olmayan olaylardan 

ve 

sahibinin dahi unuttuğu anılardan

çokça şey duruyor hafızamda...




 


Zıtlık

Üsküdar'dan bu yana lo kimin yurdu? A.Arif kendine  mağdur, mağdura da fail süsü vermiş faillerin yurdu!