yeni imar planı;
evleri birbirlerine yakın
yapıp
insanları birbirlerinden uzak
tutuyorlar.
evler yakınlaştıkça
insanlar uzaklaşıyorlar birbirlerinden...
...
yeni imar planı;
evleri birbirlerine yakın
yapıp
insanları birbirlerinden uzak
tutuyorlar.
evler yakınlaştıkça
insanlar uzaklaşıyorlar birbirlerinden...
...
bir yelden almış yüzünü
almış süpürmüş bağımı,
özümü...
güldü bir parça merhamet
yerine
sandım ki o da daldı ben gibi
derine
baktım ve
kuytudur dedim
ikimizin de dilinin üzerinde gezinen kelime
o/ysa tenha dedi ve sustu ikimizin yerine
niye dedim bunca mesafe, bunca kelime
o/ysa niyet dedi,
kuru ve boş bir yaprağı alıp tutuşturdu elime...
her defasında başından başlayıp
aynı yerde bırakıp
aynı yerine bırakıyorum
masanın
bu kitap
belki bana göre değil
belki de ben ona göre bir okuyucu değilim
bir kısır döngü
hep başa saran
hep boşa yoran
...
sabrım mı kalmış sanki
taşmış içimden
şuncacık kalmışsa
kalmışsa şuncacık içimde sabır
o da burada taştı
tükettim onu
sanırım
...
döngü kısır
insanlar kısır
ve ağır kusurlu
sokaklar çer çöp dolu
hava tozlu
toprak yağıyor taaaa Afrikalardan buraya
iklim kendini bozmuş
zaman kayık
mevsimler kayık
kış kışlığını yapmıyor
ama
puşt her zaman ki gibi puştluğundan esirgemiyor bizleri
bir kıyamet sanki
bir doğum sancısı
bir boğum olup boğazımın yollarına barikat kurmuş
terliyorum
sanki ömrüm bütün terini bugüne saklamış
sırıl sıklam
ağzım, burnum,
yüzüm, dizim...
...
uyanmadım!
…
bir tahterevallinin iki ucu gibiyiz
ayrıyken bir anlam buluyor varlığımız
bir yerde buluşunca kaybolup
bozuluyor ayarımız
...
yolundan şüphe duyanlar
yani
kendileriyle değil de
bir şeylerle yahut başkalarıyla var olanlar
çizgi sahibi olurlar
önlerine, arkalarına, sağ ve sol yanlarına
hatta
kafalarının üstüne
çizgi çekerler...
ahhhhh onlar ki
ne kadar da çaresiz,
ne kadar da ilgiye aç
dokunmaya muhtaç...
bakmayın öyle külhanbeyi narası perdesinden fırlayan kırmızı çizgilerine
rengin bir ehemmiyeti yok
çizgi çizgidir...
bir korkunun göstergesi,
bir konağın yıkılma tehlikesi
ya bildiklerim, inandıklarım yanlışsa kaygısı
heyhat!
halbu ki şüphedir
bizi bugüne getiren
bildiğimizden şüphe duymalıyız
düşüncelerimizden de
bilmediğimiz gizli dehlizlerinin olabilme ihtimali
içimizi yiyip bitirmese de bizi diri tutmalı
kibrimizi insan kılmalı
...
oysa sen
"küçük insan"
yolunu kaybetme kaygısı,
geldiğin yere dönmeme korkusuyla
çizdiğin çizgiler
işte onlar
bütün bu rezilliğimizin
müsebibi
sense taaa
Habil'den beri iflah olmayacak
yarasısın bu evrenin...
bekledim
bir dağın sabrıyla,
bir dalın acısıyla
üzerime sinmiş insan tozunun
genzimde bıraktığı sisli koku ile
bekledim...
denizin boyum kadar altında
içimde kocaman bir taş ile.
belki dedim,
belki bu beklemek
bu ruhu terbiye eden temrin
bu dudaklarına hapsolmuş emrin
bir inciye dönüşür
içimdeki taş
altın kadar değerli
...
olmuyor
kurduğumuz uzun cümleler,
gerdana hapsolmuş acemi öpüşler
ve bir düğmeyi çözmeye mahcup
dudaklar dolusu mazi
çok sonra anladım
çok sonra
insan bedeninin fazlalıkları,
girintileri ve çıkıntılarıyla
öğrendikleri kadarmış.
gecikmiş,
geç kalmış bir idrak
ben bir istirdyeyim
Cibran'ın soru sorduğu
sen ise içimde rengi altına çalan ve bir türlü
demlenmek bilmeyen
inci
...
artık
bir
düşe hapsolmuş
açık kalmış
ve kapanmamış bir yevmiye defteri
aramızda
ki
hiç
kapanmayacak
bu
mesafe
...
ah izmir
izmir olalı böyle bir tıkanma
görmedi, görmeyecek...
İ.D.
kıştan oyma bir mevsim
kıştan yapma bir resim
bir kuşun oyma nakışlı kanatlarına aldandı
gözüm
kederin bütün köprülerinde estim,
kısık bir sesle gürledim de
kıştı mevsim
beyaza boyanmıştı resmim
çuvalladı kaldı
ulu orta bu cenderede neslim
sıçtık!
…
yürek zalimin hakkı
kürek yetimin/mazlumun hakkı
bunu geç öğrendim
bu yüzden zalim olduğum zamanlarda
yürekli saydım kendimi
ahhh talihim ne büyük yanılgı içindeymişim…
şimdi
bir mazlumun efkarını taşıyorum sinemde
bir çuval gibi
aynen
…
yeterince
dağıldık
şimdi
içtima
vakti
...
bir çuval
dolduğu yerde kalmış
olduğu gibi
öylece
bin yılmış sanki
orada…
bir çuval
yaslamış sırtını duvarın dibine
birazda toplanmış göbekten aşağıya
…
tembel bir çuval
hımbıl
bir yorgunluğu taşıyor içinde
yaşıyor an ben an soluksuz
yorgunluğunu
koyu bir rüzgar,
bölüyor uykusunu yarılıyor
ortasından iki dilime
düşüyor, dağılıyor halıya kilime…
ölmek için bütün bahanelerini dizginleyen ben
bugün onları tutmama,
bir cemiyete boca etme derdindeyim
ahvalim
çuvalla atışma da
ruhum bedenimde çatışma da
…
tutmuşum,
tutuşmuşum
kimin saçlarına değiyor ki?
kimin ellerine,
kimin kemiksiz diline
bir çuval gibi
haydi git işine…
avucum ellerimin içinde
nasırlar doluşmuş her bir çizgisine
gölgesinde bile konaklayamayacağım bir kasrın inşasından
dudağımda ıslık gibi salyalarca damıttığım ezgisine
kim inanırsa
kem inanır
kim görürse
kem görür
bir çuval
bir duvar
bir de beni….
…
duvar aynı duvar da ben çuvalım
sanki
büklüm büklüm
bükülen iki parçaya
….
....
hayatı boyunca aynı
espriye tutsak bir komedyen
kendisi dışında herkesi güldürebilir
ilk defa
ama hiç kimse aynı
espriye gülmez
aynı perdeden
ikinci defa
...
nicedir
inatla aynı yere damlıyor su
hoyrat ve bilmediğim bir dilde ısrar ediyor
bense deli bir inat taşıyorum alnımda
ölsem,
kalsam
kimse bilmeyecek
nedenini...
haznem tütsü diyarı
envai çeşit yara taşıyorum
kokmasın mı?
nicedir,
boynumda bir nasır
kimin günahını taşıdıysam
artık
bilmiyorum
...
nicedir
hırlayan bir köpek
ötemde berimde dolanıyor
insani seslerle hırlıyor
boğazından anladığım dilden tükürükler saçıyor hüznüme
genzinin bir yangına mahal olduğunu biliyorum
ne susuyor,
ne gidiyor,
ne de ısırıyor...
nicedir...
kimse bilmiyor
içime musallat olan "ince"liği
bedenimde iki kafes biri yan yatmada
kaytarmada diğeri
ama
kimse
o
bilmiyor...
su akar yatağını bulur...
su dediğin neydi ki
ne oldu şimdi?
o yatak dediğin sırtı yumuşak toprak
şimdi nerede
hangi dere kaldı suyu muhafaza eden
hangi çay,
hangi göl,
balıkların yurdu hangi su
toprak mı kaldı binalardan
yatak olsundu?
su akar
yatak yalan
binalar çirkin
ve
modern zaman dediğin
küçük insanın
uzun suluklu bir aynada silüetine
bakarak
gün be gün ölmesidir.
haaaa atalar iyi niyetliymiş
de
bu sözün başka bir gideri yok
midemiz geniş değil
o kadar açlıktan sonra
...
köktüm
ağacımın gölgesinin altındaki toprağa saklanmış
ben mi ağaca muhtaçtım
ağaç mı bana
hiç bilemedim
insanların seslerini duydukça.
uzadıkça uzadı dalları ağacımın bilmediğim görmediğim yerlere
bende yerin altında hissettiğim kadarıyla izliyordum
görmeden hissederek
...
köktüm
taşıdım bütün gövdesini ağacımın
dallarıyla beraber
kimse görmedi, bilmedi beni
varsa yoksa gövde
varsa yoksa dallar
şiirler yazıldı her ikisine de
oysa bendim
gövdeye can dallara suyu taşıyan
kimseye görünmeden
olanca mütevaziliği ile
gösteriş yapmadan
...
papatyalar
çiçekler dolaniyor saçlarında bir kadının
rüzgar kendine çekiyor
tutup saçlarından
yüzünde kuşlar cilveleşiyor
kaşın, gözün o biçim
haberi yok içinin
ben söyle(r)miyim
bilmem...
içinde izmir geçen ne çok
cümle var
diline
yanaşan
yakışan
...
sen sana yakışanı
yap
gülümse
...
adamın iki bacağı yok koltuk değnekleri ile durdu yanımızda
-sigara var mı? diye sordu.
sanki yıllardır tanışıyormuşuz edasıyla yaptı bunu, halimizi sorar gibi.
-yok kardeşim maalesef, kullanmıyorum dedim.
-eyvallah.
deyip yoluna devam etti.
koltuk değneklerinden güç alarak yokuş yukarı tırmanmaya başladı.
yanımda duran arkadaşım,
-adama bak iki bacağı yok, buna rağmen hala sigara içiyor! dedi.
-belki de bacakları olmadığı için içiyordur.
dedim.
Bizim temel sorunumuz kendi değer yargılarımız ve kendi tecrübelerimiz üzerinden başka hayatları yargılıyoruz. hemde bunu yaparken o başkalarının ne yaşayıp ne yaşamadıklarını gözardı ediyoruz.
Biraz empati çok şeyi değiştirecek, hemde çok şeyi.
adımın okunuşu ile yazılışının farkını
gri binalara girdiğimde
öğrendim,
resmiyet bizim cemiyet hayatımıza
ilkin adımızı hizaya koyarak giriyordu
sonrasında ise malum andımız...
***hafızam yetmiyor hatıramın yüküne...
çok şey hatırlıyorum yerli yersiz
ismini bilmediğim yüzleri mesela
beni unutan, beni tanımayan yüzleri
bir durak ahbaplığından, bir yağmur kaçaklığından,
bir ekmek kuyruğu ya da market sırasından
hatırladıklarım var...
parkta oturanlardan, üstüme vazife olmayan olaylardan
ve
sahibinin dahi unuttuğu anılardan
çokça şey duruyor hafızamda...
sanırım taştım
sığacak bir kabım
katlanacak bir dolabım yok
dökülmüş ötem berim
derim
toplayacak kimse yok
...
hangi cehennem alacak ruhumu
hangi yangın o köze dokunmaya cüret edecek?
kendimi imla kılavuzundaki bir imla hatası saydım
ötesi yok
avunduğum hiçbir duvar
teselli etmiyor
hiç bir duvar
teselli bir uzak ihtimal şimdi
olancasıyla ihtimam gösterdiğim
...
su istedim
bir çeşmenin önündeyim
ellerim buz
ayaklarım su
ağzım tuz içinde
damağım bir meşke dalmış dilimin ucu ile
dilim kemiksiz
kuru kupkuru şimdi
aççokaçşimdi
...
bu bendeki efkar
bu bendeki efkar
bu bende efkar
başka surette sırıtmıyor böyle
sorsan hüznün darağacı bir ruh hali içinde resmim
kulaklarım, ağzımın sınırlarından usanmış
tel tel dökülüyor çizgiler suretimden
...
ilk hangi iklim ters yaptı,
hangi kapı kapandı,
hangi tel koptu
ve ahenk hangi bakışta kaptırdı kendini o çıkmaz yokuşa
...
artık
taştım
katı
adımın okunuşu ile yazılışının farkını
gri binalara girdiğimde
öğrendim,
resmiyet bizim cemiyet hayatımıza
ilkin adımızı hizaya koyarak giriyordu
sonrasında
ise
malum andımız...
dal boyu ömrüm
bu kıvam, bu kıvrım niyetim değildi.
düşmüştüm seyrine bir gülün
bu toz, bu diken umrum değildi…
gül,
kendinden geçti
dal onun, gövde onun ama suç benim değildi…
kırdı belinden bir çiçekçi
gülü dalından
el onun, makas onun ama gül bende değildi…
baktım saksının çemberine
gül k/oymuşlar içine
masa benim, toprak benim ama saksı benim değildi…
dal boyu ömrüm
döndüm,
dolaştım,
gönül benim, beden benim ama ruh benim değildi…
İ.D.
hadi bize bir masal anlat
"kuşlar taş taşısın
fillere karşı
nehir yarılsın
arşa doğru...
bir tufan kopsun
cudi'ye gemi konsun...
muhammed miraca
isa tanrıya çıksın..."
bir masal anlat bize
hadi!!!
bu bir rüya olmalı
degilse riyadır
bütün masallarınız...
kimse görmedi,
kimse bakmadı böyle
gittikçe büyüdü gözlerin
sen kaldıkça özlemin...
bir kapı ne zaman açılır boşluğa
hanidir
ondan da biriktirdim hemde çokça
...
büyüyor gözlerin
boyuyor gozbebeklerimi
büyüyor onlar/da
kapılıp hasretine...
biliyorum artık
bir su bardağı ne zaman sebepsiz durur
ne zaman öyle yaramaz bir işe
o da birikti
özlemin gibi...
kalbim daha kaç duyusal müdahaleye dayanır bilmem
kaç vuslat hançerine
kaç cerrahi mücadeleye
...
seviyorum seni
bütün insanlığımın yerine...
bizim şarkımızın ölçüsü
13/8'le başladı
yetmedi nefesimiz
ikinci
mısrada tıkandı
...
tanrım bana bir mezar
ruhumu siktir et
ne bok yerse yesin
bedenim benden bir parça bile olsa
kalmadı desin...
göğüne aldandım
insanım nefsime yaslandım
tanrım bana bir mezar
yoksa bu ruh çok değil
bu bedeni bozar...
"anladım"
ölüm
insanın uslanması için değil
doğasına uyması için var
şimdi bakıyorum da
durduğum her yer
dipsiz vadileri olan "yar"
ne kadar zorlasam zorlayayım
dar dar dar....
bir aynaya bakamadım
kendime gelesim yok
bir aşa su olmuyor varlığım
bir yaraya merhem
bir rüzgara yaprak
"değmiyorum hiçbir şeye/
her şeye zaten ucubedenim..."
9/8
ikibinondokuz....
kimseye sana dokunabileceği kadar
yak(ın)laşma
çünkü
insan,
dokunabildiğini kırar
dokunamadığını da
seyre dalar...
kimseye değmez nazarımız
kimseye...
ağrımız bizedir, yaralarımız bize
bize kanar,
bizi kirletir kanımız...
sefaletimiz, sefilliğimiz dokunmaz
kimsenin gönül teline
yine de yok bir şikayetimiz...
nefsimizedir tüm hıncımız ve varsa kibrimiz...
ama
şimdi
bıçağın dayandığı kemiğin nedeniyiz
taşmaya sabırlı bardağın son damlasıyız
hem sebebiz hem de sebil
akıyoruz
gönlümüzce
...
YETER ULAN...
uçup gidiyor ne varsa
insanın çürüğü
suyun tadı
iki kelamın arası
bir soluk nefes ki
ciğere can
gidiyor ne varsa...
süpürüp ardını
terkinde bırakıp kahrını
uçup gidiyor
ne varsa...
kiminin parsadır derdi
kiminin arsa
ya benim ki nedir
hayat
sana kaldım
sende kaldım
senden kaldım
galiba.
sırasız gelir her şey
bahar, bu cehennem
ve papatyaları
...
sırasız
af buyurun
kanla halvet olanlarla
aynı cümlede diziliyiz
kelam kelam
...
sırasız
kilisteki yangın,
kobanideki duman
ve
şengalde toprağa dökülen
kan
...
ahlak
arsızlığa vurmuş kendini
çoluk çocuk ölmüş
ne ki?
...
bu işte bir "hayır" vardır
bu bakışın dile dökemediği
bir hayır
nasır bağlamış bir suskunluk
bağışlamış kendini
hayır...
kelebekler uçuyor
kaç zamandır göğsümün sağ yanında
bir kargayı yeğlerdim oysa
...
doğduğu günü kimse hatırlamaz...
aslında o doğduğun günde olmayabilir
ama işte "amcan ölmüştü...."
yara büyük
gelişim bir trajediden alıyor miladını
ne büyük şans
ne büyük saçmalamış alın yazı(cı)sı...
unutmuyor kimse
vardığın dünya senden umut almıyor
çok var senden
hemde çok
sayma!
biter belki
ama ölmekle bitmiyor
...
belki bu yüzdendir bir şubatı severim aylardan
birde ocağı
çünkü o arada bir yerdedir
nefesimin havaya değdiği
zaman
aradadır...
göğsüm kelebekler vadisi
ömrü de
orada...
çölsünüz
yani hayat namına bir şey kalmamış
içinizde
öylece varsınız
öylece...
sahi siz başından beri mi
böyle...
yani çöllüğünüz yeni bir şey
değil
yani
sonradan olma çöl değilsiniz
değil mi?
"fıtrat"ınızın bağışladığı bir şey
sonradan
hiç bir varlık
hiç bir şey
hiç bir yaşam formu
bu denli deforme olamaz...
"çok kere"
yanıldı durdu terazi
ter içinde
ter içinde
umduğu neydi de
bulduğu değildi
o
...
"bir kere"
insan bir tartıya düştü mü
emsal emsal diye böğürür
bulur (mu)
bulmaz (mı)
...
sinem tamda bu anda
bir taşa mihmandarlık etmeye ne kadar da
gönüllü
binbir gecede olsa
yaslasın ona kendini
taş bu ne de olsa...
geçmiş
bir gölge
bir bilge evin içinde
belki bir özlem
dokuzçeşmede
duruyor
burnumun sızlayan direğinde
...
dedim ya terazi
yanıldı durdu
kantarcı ter içinde
kantarcı
terazi bir çocuk işi oysa
yer yarılsa gövdesinin sığacağı
oyuk bulunmaz
kantarcı
...
insan
bir tartıya düşmüş
emsalsiz bir yargıya
neye kime göredir ederi
...
geçmiş
gevran ovasında bir handa
çocukluk ve münasebetli ne kadar
hissiyat varsa insan içinde
bugün
emsalsiz yaşanıyordu orada
su bile
suydu
....
Yek pare bütün yani sarılmış bir cigaraya içimde tütün iki parmak arası terli dudaklar iki şehir arası tekli duraklar insen almaz binsen...