Tutsak Komedyen

....

hayatı boyunca aynı 

espriye tutsak bir komedyen

kendisi dışında herkesi güldürebilir

ilk defa

ama hiç kimse aynı 

espriye gülmez

aynı perdeden 

ikinci defa

...

Nicedir

 nicedir

inatla aynı yere damlıyor su

hoyrat ve bilmediğim bir dilde ısrar ediyor

bense deli bir inat taşıyorum alnımda

ölsem,

kalsam

kimse bilmeyecek 

nedenini...

haznem tütsü diyarı

envai çeşit yara taşıyorum 

kokmasın mı? 

nicedir,

boynumda bir nasır

kimin günahını taşıdıysam 

artık 

bilmiyorum

...

nicedir

hırlayan bir köpek 

ötemde berimde dolanıyor

insani seslerle hırlıyor 

boğazından anladığım dilden tükürükler saçıyor hüznüme

genzinin bir yangına mahal olduğunu biliyorum

ne susuyor,

ne gidiyor,

ne de ısırıyor...

nicedir...

kimse bilmiyor

içime musallat olan "ince"liği

bedenimde iki kafes biri yan yatmada 

kaytarmada diğeri

ama 

kimse 

o

bilmiyor...


SU YOK

 su akar yatağını bulur...

su dediğin neydi ki 

ne oldu şimdi?

o yatak dediğin sırtı yumuşak toprak

şimdi nerede

hangi dere kaldı suyu muhafaza eden 

hangi çay,

hangi göl,

balıkların yurdu hangi su

toprak mı kaldı binalardan

yatak olsundu?

su akar 

yatak yalan

binalar çirkin

ve 

modern zaman dediğin

küçük insanın 

uzun suluklu bir aynada silüetine 

bakarak 

gün be gün ölmesidir.

haaaa atalar iyi niyetliymiş 

de

bu sözün başka bir gideri yok 

midemiz geniş değil 

o kadar açlıktan sonra

...



DOST MECAZI

insan bir kadife taşır sinesinde
rüzgara hisli...
kime konuştuğunuz değil kime sustuğunuz da önemlidir bazen
bir manzaraya bakar gibi,
bir denize akar gibi
yaptığınız zamanlarınızda 
sükuneti bir gölge gibi başınızda tutan...
bazen hiç bir su serinletmez 
bağrınızı 
hiç bir yel, 
hiç bir el 
değemez saçlarınıza
hiç bir ilaç dokunmaz
yaranıza
bütün ilaçlar tuz, 
bütün tatlar acı
ve bütün insanlar yabancı.
merhem kimsede değil 
sizdedir
ama siz
susmak istediğiniz 
bir makam,
bir dağ ararsınız 
üstelik herkese ve her şeye bu kadar adil bir mesafe koyarken...
konuşmanın yetmediği dostlarımız,
konuştuğumuzda dinleyen,
sustuğumuzda susan dostlarımız,
bize anlatmak istediklerinden ziyade 
dinlemek isteyenlerimiz.
herkesin
hunharca kendini anlatma aşkına kapıldığı bir çağ bu
dinlemek çok kıymetli anlatmaktan
hem de öyle sadece sesinizi değil sessizliğinizi de...
misal ben kendime susuyorum
kendime...
kusmak istediğim zaman bir lavabo gibi 
olur içim
insan bazen içine kusar
çünkü dışındaki hiçbir şey kabul edecek gibi değil içindekini
işte
böyle zamanlarda kimse anlamaz sizin bir mide sorununuzun
beslenme borusu ile çözülemeyeceğini
kimse anlamaz.
dost olan bilir aslında susmanın içeriye kusmak olduğunu 
susar saygısından sessizliğinizi dinler
dost olmayanı da demeye hacet yok onlar biliyorlar zaten 
nerde susmamaları ve nerde konuşmamaları gerektiğini...




Saygı

bir insanı sevme ya da sevmeme keyfiyetimiz olmalı 
elimizde kalan son mevzi bu nasılsa
ama bu keyfiyet
ona ve onun doğrularına saygı göstermemiz gerektiği gerçeğini değiştirmiyor.
mesela
sen büyük olguların ve fikirlerin insanı olabilirsin
bense sabahları güneşin doğuşunu izlemek dışında bir tasaya yer vermeyebilirim dünyamda
ya da senin "bir yere gelmekten" anladığın şey 
benim yer diye bildiğim bir yer olmayabilir.
mesela
sen 8/5 çalışmayı basit görebilirsin
ama ben 
hayatımı onun geleceği günü beklemekle geçirebilirim.
*
demem o ki 
hayaller güçlüdür
ne barındırdığı ile ilgili değil bu 
güç
bu güç 
sende, bende, onda ve diğerlerimizde ne kadar yer kaplıyorsa 
o hayaller
o kadardır güçleri
ve 
sinelerimizin genişliği bir değil
coğrafyalarımız, dağlarımız ve nitekim ovalarımız farklıdır.
her iklim bulunduğu yere göre güneş alır ve onunla yetinir.
acı, acıdır 
ama her bedence bıraktığı sancı farklıdır
eşikler farklı kapısına göre yapısına göre
türlü türlüdür.vesselam..
*
evet kimseyi sevmek zorunda değiliz
ama saygıyı 
her canlı hak ediyor
...
bir insan bile 
karıncaları 
demiyorum bile...

KÖK

köktüm 

ağacımın gölgesinin altındaki toprağa saklanmış

ben mi ağaca muhtaçtım 

ağaç mı bana 

hiç bilemedim 

insanların seslerini duydukça.

uzadıkça uzadı dalları ağacımın bilmediğim görmediğim yerlere

bende yerin altında hissettiğim kadarıyla izliyordum 

görmeden hissederek

...

köktüm

taşıdım bütün gövdesini ağacımın 

dallarıyla beraber

kimse görmedi, bilmedi beni

varsa yoksa gövde

varsa yoksa dallar

şiirler yazıldı her ikisine de

oysa bendim

gövdeye can dallara suyu taşıyan

kimseye görünmeden 

olanca mütevaziliği ile 

gösteriş yapmadan 

...




kendi şiirine mahcup şair

-sana diktiğim elbise olmamış.
 dedi terzi.
kadın ise
-yooo gayet de beğendim tam bana göre dikmişsin.
dedi. 
terzi 
-öyle diyorsun da ben beğenmedim sendeki duruşunu ya da fazla gelmiş sana.
-nasıl yani? diye sordu kadın
terzi tekrar söze girdi,
-sanki sen değil de elbise giymiş seni.
dedi.
kadın afalladı, anlamadı terzinin ne demek istediğini.
-ne demek istiyorsunuz anlamadım? 
dedi.
terzi,
-zaten anlasaydın ben bu cümleleri kurmuş olmazdım. 
dedi ve ekledi,
-lütfen çıkarır mısınız? dedi.
kadın durumu anlamamış olmakla beraber çıkarıp elbiseyi bıraktı tezgahın üstüne, şaşırmış ve biraz da kızgın bir şekilde
-iyi günler size o zaman! deyip çekti gitti.
bense bir hafta önce verdiğim paltomu almak için sıramı bekliyordum bunlara şahit olurken.
kadın gitti gitmesine de mekanda bir anlamsızlık duygusu bıraktı çırağın göz bebeklerinde, o da anlamamıştı ustasının neden böyle davrandığını.
durgun bir göleti andıran bakışlarım biranda azgın bir nehre dönüştü ve kıskandım terziyi, keşke benim de böyle bir imkanım olsa da, yazdıklarımı geri alabilsem.
sözlerimi, şiirlerimi, mesajlarımı ve söylediğim şarkıları. anladım çoook ölçüsüz yazmışım bütün şiirlerimi, hepsi de serbest nazım.


 

ÇİLEMİZ

"insan, 
hiç tanımadığı, hiç bilmediği 
birinden 
yahut bir şeyden 
neden nefret eder ki"
hep aynı nakarat
bol acı
bol baharat
...
iklim bir ikilem bağışlıyor boylu boyunca
ya çık,
sokağa taş/la
ya da kal içerde
bağrında kocaman bir taş/la
...
ayna,
sakallarım sineme erişmiyor bir türlü
uza uza nereye kadar
yüzüm bir vadinin hatlarına
utanıyor
göz çukurularım annemin yadigarı
hüznüm babadan
...
kaçıncısı bu sayamadım
gayrı resmi bir dilde acı çekiyor
ve mütemadiyen 
tanımadığımız insanların nefretine mazhar oluyor terimiz, tenimiz.
bu bir
siyasi münazara değil
ruhum sendeki manzara
bu
...
hep aynı şarkı
aynı nakarat
aynı yemek
ve bol baharat...

Gülümse

 papatyalar 

çiçekler dolaniyor saçlarında bir kadının 

rüzgar kendine çekiyor

tutup saçlarından 

yüzünde kuşlar cilveleşiyor


kaşın, gözün o biçim



haberi yok içinin


ben söyle(r)miyim


bilmem...


içinde izmir geçen ne çok 


cümle var


diline


yanaşan


 
yakışan



...



sen sana yakışanı



yap


 
gülümse


 
...

Empati

 adamın iki bacağı yok koltuk değnekleri ile durdu yanımızda

-sigara var mı? diye sordu.

sanki yıllardır tanışıyormuşuz edasıyla yaptı bunu, halimizi sorar gibi.

-yok kardeşim maalesef, kullanmıyorum dedim.

-eyvallah. 

deyip yoluna devam etti.

koltuk değneklerinden güç alarak yokuş yukarı tırmanmaya başladı.

yanımda duran arkadaşım,

-adama bak iki bacağı yok, buna rağmen hala sigara içiyor! dedi.

-belki de bacakları olmadığı için içiyordur.

dedim.

Bizim temel sorunumuz kendi değer yargılarımız ve kendi tecrübelerimiz üzerinden başka hayatları yargılıyoruz. hemde bunu yaparken o başkalarının ne yaşayıp ne yaşamadıklarını gözardı ediyoruz.

Biraz empati çok şeyi değiştirecek, hemde çok şeyi.

Hafıza

adımın okunuşu ile yazılışının farkını 

gri binalara girdiğimde 

öğrendim,

resmiyet bizim cemiyet hayatımıza 

ilkin adımızı hizaya koyarak giriyordu

sonrasında ise malum andımız...

***

hafızam yetmiyor hatıramın yüküne...

çok şey hatırlıyorum yerli yersiz

ismini bilmediğim yüzleri mesela

beni unutan, beni tanımayan yüzleri

bir durak ahbaplığından, bir yağmur kaçaklığından, 

bir ekmek kuyruğu ya da market sırasından

hatırladıklarım var...

parkta oturanlardan, üstüme vazife olmayan olaylardan 

ve 

sahibinin dahi unuttuğu anılardan

çokça şey duruyor hafızamda...




 


Mizanpaj

 sanırım taştım

sığacak bir kabım

katlanacak bir dolabım yok

dökülmüş ötem berim 

derim

toplayacak kimse yok

...

hangi cehennem alacak ruhumu

hangi yangın o köze dokunmaya cüret edecek?

kendimi imla kılavuzundaki bir imla hatası saydım

ötesi yok

avunduğum hiçbir duvar

teselli etmiyor

hiç bir duvar 

teselli bir uzak ihtimal şimdi 

olancasıyla ihtimam gösterdiğim

...

su istedim 

bir çeşmenin önündeyim

ellerim buz 

ayaklarım su

ağzım tuz içinde

damağım bir meşke dalmış dilimin ucu ile 

dilim kemiksiz 

kuru kupkuru şimdi

aççokaçşimdi

...

bu bendeki efkar

bu bendeki efkar

bu bende efkar

başka surette sırıtmıyor böyle

sorsan hüznün darağacı bir ruh hali içinde resmim

kulaklarım, ağzımın sınırlarından usanmış 

tel tel dökülüyor çizgiler suretimden

...

ilk hangi iklim ters yaptı,

hangi kapı kapandı,

hangi tel koptu 

ve ahenk hangi bakışta kaptırdı kendini o çıkmaz yokuşa

...

artık 

taştım

katı






Afili Çukurlara Düşen Kelimeler

sen büyümüşsün
ama
aramızdaki mesafe kısalmamış
...
sevgili/m
yaralarım
ben yaptım elimden geleni senin iyileşmeye niyetin yok
...
ben yalnızdım
ufkum sende belirdiğinde
çoğunluk fikri hoş bir esintiydi o anda
oysa bir fikre ne kadar abanırsak abanalım
dibinde temel yoksa 
çöküp gider en sonunda..
...
sen büyümüşsün ama aramızdaki
mesafe kibrinden taviz vermemiş
...
belki   benim bir yerde durup beklemem 
yahut bu hayat meselinde oturup teklemem 
lazımdı.
belki
o zaman bir şeye benzer
ve bir şeye değerdi sende ki büyüklük
oysa şimdi sende zuhur eden "büyüklük"
benim içimde oturan kocaman bi'yüklük
...



Salon Takımı

sokaklar dururken 
salonlarda koşanlar 
bu hayatı sizi asla 
affetmeyecektir.

#salontakımı #corona #spor

Dev Aynası

adımın okunuşu ile yazılışının farkını 


gri binalara girdiğimde 

öğrendim,

resmiyet bizim cemiyet hayatımıza 

ilkin adımızı hizaya koyarak giriyordu

sonrasında 

ise 

malum andımız...


Gül Meseli

dal boyu ömrüm
bu kıvam, bu kıvrım niyetim değildi.
düşmüştüm seyrine bir gülün
bu toz, bu diken umrum değildi…

gül,

kendinden geçti

dal onun, gövde onun ama suç benim değildi…

kırdı belinden bir çiçekçi

gülü dalından

el onun, makas onun ama gül bende değildi…

baktım saksının çemberine

gül k/oymuşlar içine

masa benim, toprak benim ama saksı benim değildi…

dal boyu ömrüm

döndüm,

dolaştım,

gönül benim, beden benim ama ruh benim değildi…

 İ.D.


Dünyanın Sonu



Tiyatronun kulisinde bir gün yangın çıkmış.Palyaço haber vermek
için sahneye gelmiş. Herkes bunun bir şaka olduğunu sanıp
alkışlamaya başlamış. Palyaço uyarmaya devam ettikçe alkışlar
daha da hızlanmış. Sanırım dünyanın sonu, her şeyin bir şaka
olduğunu sananların yükselen alkışları arasında gelecek.

Søren Aabye Kierkegaard - “ Meseller ”



Zamanın Nefesi

baktım,
dışımı kavuran ateş
içimi ısıtmıyor heyhat
anladım,
bedenim kiralık verilmiş ruhuma
sanki
bu seyirlik keşmekeş burada geçecek
biliyorum...
sonra
bir haber düşüyor önüme
haylidir memleket öyle
hiçbir şey verilmiyor,
alınmıyor
yahut atılmıyor...
düşüyor ne varsa,
düşüyor bir haber önüme
idlib, aşağısı sanırım dünyanın
put in ingilizce mi bir isim mi ne?
sunucunun ağzında gevelediği
"başımız sağolsun......"
tacımız sağolsun...
diye çalınıyor kulağıma ya da
ya da öyle duyuyor içimdeki
pısırık
kısık bir sesle olancasıyla
"başımız değil gençlerimiz sağolsun..."
diyorum
benden başka duyan olmuyor...
...
tepit
modern insan
yoksunluklarının esiridir
bir hamaset
bir kibir
sanırsın her şey ondan geridir
o her şeyden beri.
işte bu noktada
çok şeye tahammül edebilirim kendi adıma
okumuş cahiller hariç
ve ne olursa olsun mesele
hariçten gazel okuyanlar da hariç...

kendime dönüyorum
sonra "ruh hangi bedeni gezdireceğini bilir."
diyorum
kendime
oysa aynada pek bi şekilsiz duruyor üzerimde bu beden
ve
"bazen
beden güzel olur
bazen de neden" diyorum kendime
nedensiz
...
bir cumadır
almış başını gidiyor bütün haftalar da
oysa bütün günlere eşit
bütün ibadetlere de reşit
bir mesafedeyim
rolüm aynı bu oyunda
alkışlamıyorum kimseyi...

bir trene tesadüf ediyorum sonra
zamanı solunum yoluna asmış bir hayalet
zaman asılmış belki de
ciğerlerine
anlamadım
sormak geçti aklımdan ama kıyamadım...
kim böyle bir soruya cevap vermek ister ki?
sen mi zamanı besliyorsun
yoksa zaman mı seni!
...
burası pakistan, karaçi
anladım
binalar, betondan duvarlar,
makinalar ve dahi silahlar,
uzaya fırlatılan uydular
hiçbiri
bir türbedeki medeniyetin çizgisine varamıyor.
medeniyet
yok!
medeniyet
yok!
hiç bir yerinde dünyanın...
bunu amerikanın keşfi ile bitirdi
insanlık
sonrası ise
yaşlı bilgenin
sözü doğrular buna yıllar yıllar sonra
"dağların anahtarını kaybettim..."
sihrini yitirmiş bir dünya göğsü kaosa açılmış,
zaman nefessiz,
insan zamansız
ve ruh bedensiz kalmış...
.
içimdeki ateş
idlibe sıçramış
yaptığım hamaset
ruhumu,
ruhum da bedenimi kirletmiş,
bütün cumalar kanlı ve kara
türbeler bombalanıyor çünkü
en çok o günlerde...
"mi kilîte koû kerd vind..."
İ.D.



ÇUKUR

herkesin bir kör kuyusu var
dibinde sıyırdığı
bir de eksik bir duy(g)usu var
ezildikçe kayırdığı

herkesin ağız boşluğunda biriken bir çığlığı
birde coğrafyasından miras aldığı bir sığlığı
var
kimselere diyemediği

herkesin bir çıkmaz sokağı var
dibinde sıkıştığı
bir de silah dayadığı bir şakağı var
namluda merminin sıkıştığı

herkesin bedeni ile içine gömüldüğü bir kafesi
bir de ciğerlerine bol gelen kafesine mahkum bir nefesi
var
veremediği
...
herkes
biraz gerçek
çokça kurgu,
biraz pezevenk,
biraz oruspu.
herkes biraz veli
ve biraz da meczup.
biraz asker kaçığı,
biraz asker kaçağı herkes.
biraz aşık,
biraz maşuk herkes.
biraz kaçkın,
biraz hırçın,
biraz yobaz,
biraz haylaz herkes.
biraz av,
biraz avcı herkes.
biraz kendine yerli
biraz da yabancı
herkes herkese...

herkes,
kör bir kuyu
eksik bir duy(g)u
ve
herkeste var bir çığlık, bir sığlık
sonra çıkmaz bir sokak
şırıl şırıl terlerin yağdığı yorgun bir şakak herkes...
İ.D.







Elleri tez

madem tezdi ellerinin ayarı
boynumda niye bir türlü ilerlemiyor aşkının hızarı
...
İ.D.

Fizik

sana asılsam
ikimizde düşeriz
bu,
basit bir fizik kuralı
...
oysa
ne sen
ulaşırsın bana
ne de ben
taşırım seni
çünkü
kimyamız...
o, buna mani
...
İ.D.



RÜSVA

-ne aranıyor, neye bakınıyorsun? 
dedi 
biri
-gözün görebileceği şeyler değildir aradıklarım. 
dedi 
diğeri
rüsva oldu biri
yoluna koyuldu diğeri
...
İ.D.

tenha

kimse kalmamış gibi
gitmişler arkalarında konuşan bir ıssızlık bırakmışlar
duruyor her şey
ama
bu sokak
bu şehir ve kalıntıları...
cümlelerim böyle değildi
böyle boynu bükük
bahtı yaralı...
ben böyle değildim
böyle dağınık
böyle bulutlu...
sen böyle değildin
böyle sancılı
iki kelime
ilki "sen" diye soluk alıyordu tenimde
gerisi
bir kumar
aramızda zaman ve daha adını bilmediğim birden çok paralel evren
duruyordu
dilim uzasın uzadığı kadar ikinciye değmiyordu
şimdi bu şehir böyle tenha
ve bir elif gibi duruyor bedenin boylu boyunca
hem hiçbir yerdesin hem de her yerimde..
dilim uzadıkça uzuyordu saçların önüme düşünce
en az saçların kadar...
İ.D.

TALTİF

















herkes sızısını geldiği yere geri
koysun
acısını da
...
özlem, bir dağdı vaktiyle
uzaktı
bakınca o ufuktan
ama
vuslat en kibirli heyecanı bile dize getirir
öldürür
yıkar o dağları
düze getirir
...
hem öyle zannedildiği gibi değil
değil yani
biri gelip vursun diye açılmış değildir
sinemiz,
başını koyup uyusun diyedir
özlemi dağlarca olanın
...
herkes alsın
alsın ne olur
sızısını
nerden türemiş ve tünemişse o ruha
oraya geri koysun
...
İ.D.

Cinnet Atlası

kendi isimlerine
gülüyordu kadınlar çeşme başında
taştan oyulmuş bir kurna
paçaları çamura doymuş şalvarları ile
kezban, kezban bütün sular.
.
düşün
sivas bir yangın yeriydi vaktiyle
bu çeşmede sular ağladı
koyu gözlerinden göğe
içimizi burkan bir çığlık aktı
kimse duymadı
...
nesimi söylesin canım efendim
bu kadınlar çeşme başında
yazmalarını bir buluta say
şalvarları dağ gelinciklerinden,
küçük minnacık
kışa inat
gülüyorlardı
...
düşün
o vakitler
çorum bir höyükten soluyor bütün varlığını
bir nefretten fazlası var duvarlar etten
komşular düşman
bakışlar en tesirlisi silahların
sonra da ahbaplık
-Ali abi, dışarı gelsene.
sesinde bir bukalemunun ayak lekeleri geziniyor
nefesi lağımdan hallice
-Ali abi...
...
say
desem
hiçbirini bilmez bu kadınlar
çünkü kasnak güllere yazgılıydı
sadece gül işler köyde kadınlar
onun dışında ki her şey pus
ve
bazı şeyler sustu, öyleydi
...


YOKUŞ

aynadaki yüzüne yabancı
biriyim
tenim ezberimde kayboluyor
doğduğumda soluduğum 
her şey bir rahatsızlık sebebi
bende
çok yürümedim biliyorum
bu yolu 
ama çok zaman geçmiş 
çok eskimiş gibi geliyor
bana
yüreğim.


Muhabbet Yalanı

...
herkesin dili var 
anlatmaya,
ama 
kimsenin
kulağı yok 
dinlemeye,
gönlü yok 
anlamaya
...
yazdığını zanneden çok 
o yazılanı okuyan neredeyse 
hiç 
yok
...
biri konuşurken susanlar çoğu kez karşısındakinin ne dediğiyle ilgilenmiyorlar 
tenefüsü nereden yakalarım da derse başlarım derdinde
kendi anlam deryasında ve gevezeliğinde
...



Hayat Kadını I

ruhunu bir elbise gibi üzerine geçirip dışarı çıktı
kadın
bir buluta öykünen kırlangıç sürüsü tam da sokağının üzerinden eserken
dilini bir türkü ısırdı
kulaklarını bir ses.
kime gideceğini bilememek değildi bu
bir çaresizlikten çok bir dahil olma çabasıydı ondaki...
saçlarını rüzgara teslim edeli bir hayli yıl olmuştu
artık nereye dönse bütün erkekler çukur
bütün çukurlar bir mezbaha ve sadece kadınları öğüt(l)üyorlar orada.
kendisine iki boy küçük bir giyit gibiydi bedenine sardığı
oysa ruhu bir bozkırın ferahlığına akıyordu mütemadiyen...
kadın bitmek bilmez bir sokağın telaşında olduğunu ne zaman fark edecekti bilinmez
şehrin dokunulmamış en son taş sokağıydı topuklarının altında ezdiği
hıncını o taşlardan çıkarırcasına olancasıyla hiddetli basıyordu topuklarına.
bir şehri eziyordu,
çocukluğunu,
yalnızlığını ve belkide kadınlığını eziyordu
gücü neye yetiyorsa artık
...




ARKA BAHÇE II

bu bahçe
dağınık
az evvel bir fırtına vurmuş,
bir hortum dağıtmış,
bostan geçmiş ve bahçe bozulmuş
içinden
kaç kere geçtim
kaç kere
sayısız
susuz ve ıslak hallerini bilirim
terke kaldığında ya da bir kalabalığa daldığında
nasıl görünür bilirim
iki kere düştüm
iki derin yarık
ellerimde güller bitti
kandan kırmızı
suda beyaz...
bu bahçe
benim de,
siz farklı mısınız!
yok mu sizin de bahçeniz
bohçanızı dolduran
dağınık, dağılmış, geçmiş ve bozulmuş...
kimseye baktırmadığınız
kimseyi sokmadığınız
...
bir saksı ya da vazo dururken kimse
gülleri bahçe de tutmaz...
bütün çöpler orada bahçededir
ama balkon temiz ve hoş kokuludur...
bilirim hepiniz ve hepimizin
b/öyledir.

matematiksel duyum

sözlerini topla
üzerimden,
aramızda ne geçmişse
mektuplar, şiirler ve söylenmiş diğer her ne varsa
üstümüze sinmiş olanları
...

gözlerini ört,
kapat.
bir duvar ör,
yaramıza.


kendini çıkar
kalbimden
sonra
b/ölsün ne varsa bizden olan
bize dair
bunu bir sen yapabilirsin
...
çünkü ben
matematiği böyle bilmiyorum
...
söz uçar sızı kalır
...

Film Gibi Hayatlar

önce
filmler yaptılar hayatlara benzeyen
ve 
insanlar filmlere o kadar daldılar ki
unuttular filmlerin onların hayatlarının kopyası olduğunu...
tabi iyi ve kötü filmler de oldu
zaman içinde...
sonra 
insanlar, 
kötü filmlerdeki kötü hikayelere öykündüler
zamanla...
ve bir gün her şey bir film sahnesine dönüştü onlar için 
hayatlar(ı) da dahil...
doğal olan ne varsa "aynı filmlerdekine döndü..."
tespit üstüne tespitler...
ooo çok mutluydular tıpkı filmlerde ki gibi...
öyle ki bazı vicdan denen soyut uzuvdan müzdarip 
filmciler bıraktılar film çekmeyi hayat en az filmlerdeki kadar 
kurmacanın sınırlarını zorlayacak bir gerçeklikle tezahür ediyor...
ve sonuç 
bir kopya nasıl olurda 
dönüp dolaşıp aslına referans olur?
hayatlar, mezatlar birbirine tezatlar..
....



HAD

çok denedim olmadı
"büyük şeyler küçük çekmecelere sığmazlar..."


Arka Bahçedeki Canavar

baktım,
herkes şenlikte sanki
bütün evlerin panjuru pembe
bütün balkonlar ve bahçe kapıları begonvil cenneti
bütün perdeler cafcaflı...
sorsan, 
herkes
cennetin yolcusu
iyiniyet bavulcusu
sağcısı, 
solcusu,
x, y, z ve hatırıma düşmeyen diğerleri
oysa
herkesin 
arka bahçesinde duruyor
kibirden göğsü kabarmış
tırnakları yırtmaya hazır
midesi doymak bilmez
bir canavar yatıyor
kuyruğundan bağlanmış...
canavarlar boynundan bağlanır halbu ki...

DİYALEKTİK BUHRAN

yaralarım sanayi devriminden yadigar
sermaye emek çelişkili bir ilişki yaşıyorum dünya ile
başımla toprak arasında doksan derecelik bir mesafe ama sanki başım gömülü
oysa ayaklarım yakın arada pabuçlarım olmazsa...
kaç takla attığımı saymadım ama düştüğümde her yer tanıdık
yadırganacak bir manzara kalmamış
aynı yerdeydim...
alnıma bakıyorum
beni olduğumdan büyük gösteren bir aynadan
sırılsıklam terliyim ama aynada gözüken
rahatsız edici bir kuruluk...
düşündüm emanet olsam dünya da
ederim daha fazla olurdu kederimden
değilim değilim oysa...
sonra bir gün ayaklarımın altına aldım
o terazisi olmayan duyguyu
gittim kapılara
gördüm
eşikler daha büyüktü kapılardan
kapılar daha büyüktü yapılardan...
düşün
harç tuğladan fazla konulmuş duvara
ben dahil bütün her şey sevimsiz...
denedim olmadı diyeceğim bir senaryo yok
bir hikaye anlatsam kendimin
inanası yok
elimde sönmek üzere duran bir kandil
göğsümde bitmek üzere olan bir nefes
...

METASTAZ


1
açılır
sere serpe sır kapısı
"düşer dillerinden bir güzelin
esrar
uyuşturur bendeki
ağzı bozuk düzen tutmaz
ısrarı!!!"

2
aklım diyorum
kimin kapısı kapalı ki
kendis(i)ne/
susmak keramet olsaydı
dilsizler lal olmazdı cemiyette..
konuşmak
niye boş
yine boş
yazmak haylazlık başka bir şey değil...

3
şimdi burda
durup
dururken
cümlem
kelimelerini yutmuş içine
sana
söyleyemediklerimi dolaylıyorum...

4
bütün tümleçler, zarflar, mektuplar
dolaylı,
ben zamirden bozmayım
özne kılığında her şeyim nesne...

5
iklim iki kere gün gösterir yüzüne
bana kış
kara kış...

6
kaşları bir bağ bozumu sonrası değil
bir dağ kıvrımı gözlerinin üstünde

7
neyleyim pazarlar dolu
ben dizginliyim
dağınık pazar yerlerinde kaldı azığım
yazığım

8
ben bir şafak
sonrası
tutuşan değil
uçuşan eteklere
sonrası
faniliğimiz, haniliğimiz ve
hiçliğimiz
bir kedere buladım kendimi
sır kapısında
kapı sırasında
sıkılıyorum artık 
beklemek-
               ten 
zor geliyor
.................

19/02/2008/
02.12.2014/
01.03.2019.

intihar saati

sonra her şey bahar
kış, yaz ve diğer bütün mevsimler
on iki hayvanlı çin takvimi ve
gecenin kör saati
bir masa, iki bardak ve bir sandalye
geçti masadan serin tatlı bir esinti
özlendi herkes
ve
her şey
bahardı...

gergedan

ruhumu iğne deliğinden geçirdim
astım güneşe
her gün efkar deyip büyüttüğüm bahçe dile gelse
ömrüm utanır kendinden...
ruhum,
sana güneşi üfledim ısınsın diye
içim
sağ yanın kış bucağı...

kader

hangi otobüse binsem aynı durakta bırakıyorlar beni
hangi yoldan başlasam aynı yerde bitiyor serüvenim
yani şimdi bütün yollar aynı yere çıkıyorsa
bir cevap isterim
-nerede etkinlik, nerede strateji beeeeeeheyyy karayolları?
"ipin başı da sonu (da) ayrı ellerde (de) ama düğüm hep aynı yerde..."

haslet

olanca suretiyle suratımıza
düşen kaçıncı sille bu sayamadım
nefesimizden damarımıza işleyen
bu uyuşturan esrar
gözlerimin yollara dalan buğusu
bütün bu intihar etme şekilleri
ergenliği insanlığımızın
bir hayratın ve bir hayatın yarım kalmışlığı üstünedir...

sallata

4
bütün meseller
bir aşk üzredir
bir de arşın üzerinde geçiyor hepsi
filmlerde...
baktığın,
gördüğün,
duyduğun
ruhuna değen, delen, sürükleyen...
sel ya da esinti gibi ne varsa...
sahne bu/kadar...

3
bütün meseller
nefs üzredir
bir de ciğerlerinin hacmi kadar nefes üzerindedir...

ikisini bir(den) tutamazsın,
ikisini bir(den) bırakamazsın

birini tutup diğerini bırakmalısın...
bahtın ne yiyiyorsa artık...

2
unutma
özgür değilsin
her halukârda
bir ablukanın içindesin
nerede durursan dur
her yer çember
her kimlik bir kafes...
dedim ya nefs
ve nefes...

1
yanlış anlama ey ahali
bu "nefs" sandığın gibi "uçkur" değildir
uçkurla nesf arasında beş duyudan fazlası kadar bir mesafe var
ki nefes ile ölçülmez...

0
sonra baktım
ev de kâr da yok
onlar olmayınca efkar da yok
her şey aynı düzlemde oluyor
arşın üzerinde nefsim bir aşka tutuluyor...
ama dünya düz değil,
yuvarlak değil/mi?

kimse ölmemiş yalandan...


iman

hadi bize bir masal anlat
"kuşlar taş taşısın
fillere karşı
nehir yarılsın
arşa doğru...
bir tufan kopsun
cudi'ye gemi konsun...
muhammed miraca
isa tanrıya çıksın..."
bir masal anlat bize
hadi!!!
bu bir rüya olmalı
degilse riyadır
bütün masallarınız...

HEPİMİZ

"sinem, bir bilgenin efkarı ile dolu
bir okyanus doldurabilir ancak içimi..."

hepimiz,
dikenli güller gibiyiz                                       
gölgesiz evler
ve
meyvesiz ağaçlar gibi...
hepimiz,
kurumuş nehirler
ve
kısır taylar gibiyiz...
dişsiz kurtlar
ve
aç koyunlar gibiyiz
hepimiz...







Hasret

kimse görmedi,
kimse bakmadı böyle
gittikçe büyüdü gözlerin
sen kaldıkça özlemin...
bir kapı ne zaman açılır boşluğa
hanidir
ondan da biriktirdim hemde çokça
...
büyüyor gözlerin
boyuyor gozbebeklerimi
büyüyor onlar/da
kapılıp hasretine...
biliyorum artık
bir su bardağı ne zaman sebepsiz durur
ne zaman öyle yaramaz bir işe
o da birikti
özlemin gibi...
kalbim daha kaç duyusal müdahaleye dayanır bilmem
kaç vuslat hançerine
kaç cerrahi mücadeleye
...
seviyorum seni
bütün insanlığımın yerine...

9/8

bizim şarkımızın ölçüsü
13/8'le başladı
yetmedi nefesimiz
ikinci
mısrada tıkandı
...
tanrım bana bir mezar
ruhumu siktir et
ne bok yerse yesin
bedenim benden bir parça bile olsa
kalmadı desin...

göğüne aldandım
insanım nefsime yaslandım
tanrım bana bir mezar
yoksa bu ruh çok değil
bu bedeni bozar...

"anladım"
ölüm
insanın uslanması için değil
doğasına uyması için var
şimdi bakıyorum da
durduğum her yer
dipsiz vadileri olan "yar"
ne kadar zorlasam zorlayayım
dar dar dar....

bir aynaya bakamadım
kendime gelesim yok
bir aşa su olmuyor varlığım
bir yaraya merhem
bir rüzgara yaprak
"değmiyorum hiçbir şeye/
her şeye zaten ucubedenim..."

9/8
ikibinondokuz....

Seçim

kedere bir avuç kömür
söyle melahat abla
geçer mi böyle bu ömür...

diyarbakır acısını suruçta öteledi,
ankara bilmem nerede yapacak onu.

insan ömrünün darası
yaşadıklarını çıkardığında geriye kalandır,
insanın darası
ruhunu çaldığında geriye kalandır...

söyle 
melahat abla söyle
bunca ölüm varken
bütün gülmeler yalandır...

sen öyle kolun pencereye yaslı balkona
gitmeye üşenmişsindir belli
bugün pazar
seçim var
sence bu halk bize kaç yazar
baraj
ne olur melahat abla...



MÜPHEM

şimdi düze duruyor ya saçların
bazen
hani,
omuzuna bir parmak kadar
uzak
uzanıyor ya oradan
ulaşmaya.
uzamıyor ya bir türlü
bitmiyor ya hani serüveni
ki sen hep kesiyorsun diye belki
belki de
bitmi.....

şimdi biz
eşkenar üçgeni bu ocağın
birbirine bağlı iki yandan üç köşe
dip dibe dizilmiş gibi
sen, ben ve roni...

ellerime katılıyorum
parmak uçlarımda ne varsa
nefsime dair
orada biriktiriyorum hepsini
ve sair
...

Terk

kimseye sana dokunabileceği kadar
yak(ın)laşma
çünkü
insan,
dokunabildiğini kırar
dokunamadığını da
seyre dalar...

İsyan

kimseye değmez nazarımız
kimseye...
ağrımız bizedir, yaralarımız bize
bize kanar,
bizi kirletir kanımız...
sefaletimiz, sefilliğimiz dokunmaz
kimsenin gönül teline
yine de yok bir şikayetimiz...
nefsimizedir tüm hıncımız ve varsa kibrimiz...
ama
şimdi
bıçağın dayandığı kemiğin nedeniyiz
taşmaya sabırlı bardağın son damlasıyız
hem sebebiz hem de sebil
akıyoruz
gönlümüzce
...
YETER ULAN...

Zıtlık

Üsküdar'dan bu yana lo kimin yurdu? A.Arif kendine  mağdur, mağdura da fail süsü vermiş faillerin yurdu!