Gül Meseli

dal boyu ömrüm
bu kıvam, bu kıvrım niyetim değildi.
düşmüştüm seyrine bir gülün
bu toz, bu diken umrum değildi…

gül,

kendinden geçti

dal onun, gövde onun ama suç benim değildi…

kırdı belinden bir çiçekçi

gülü dalından

el onun, makas onun ama gül bende değildi…

baktım saksının çemberine

gül k/oymuşlar içine

masa benim, toprak benim ama saksı benim değildi…

dal boyu ömrüm

döndüm,

dolaştım,

gönül benim, beden benim ama ruh benim değildi…

 İ.D.


Dünyanın Sonu



Tiyatronun kulisinde bir gün yangın çıkmış.Palyaço haber vermek
için sahneye gelmiş. Herkes bunun bir şaka olduğunu sanıp
alkışlamaya başlamış. Palyaço uyarmaya devam ettikçe alkışlar
daha da hızlanmış. Sanırım dünyanın sonu, her şeyin bir şaka
olduğunu sananların yükselen alkışları arasında gelecek.

Søren Aabye Kierkegaard - “ Meseller ”



Zamanın Nefesi

baktım,
dışımı kavuran ateş
içimi ısıtmıyor heyhat
anladım,
bedenim kiralık verilmiş ruhuma
sanki
bu seyirlik keşmekeş burada geçecek
biliyorum...
sonra
bir haber düşüyor önüme
haylidir memleket öyle
hiçbir şey verilmiyor,
alınmıyor
yahut atılmıyor...
düşüyor ne varsa,
düşüyor bir haber önüme
idlib, aşağısı sanırım dünyanın
put in ingilizce mi bir isim mi ne?
sunucunun ağzında gevelediği
"başımız sağolsun......"
tacımız sağolsun...
diye çalınıyor kulağıma ya da
ya da öyle duyuyor içimdeki
pısırık
kısık bir sesle olancasıyla
"başımız değil gençlerimiz sağolsun..."
diyorum
benden başka duyan olmuyor...
...
tepit
modern insan
yoksunluklarının esiridir
bir hamaset
bir kibir
sanırsın her şey ondan geridir
o her şeyden beri.
işte bu noktada
çok şeye tahammül edebilirim kendi adıma
okumuş cahiller hariç
ve ne olursa olsun mesele
hariçten gazel okuyanlar da hariç...

kendime dönüyorum
sonra "ruh hangi bedeni gezdireceğini bilir."
diyorum
kendime
oysa aynada pek bi şekilsiz duruyor üzerimde bu beden
ve
"bazen
beden güzel olur
bazen de neden" diyorum kendime
nedensiz
...
bir cumadır
almış başını gidiyor bütün haftalar da
oysa bütün günlere eşit
bütün ibadetlere de reşit
bir mesafedeyim
rolüm aynı bu oyunda
alkışlamıyorum kimseyi...

bir trene tesadüf ediyorum sonra
zamanı solunum yoluna asmış bir hayalet
zaman asılmış belki de
ciğerlerine
anlamadım
sormak geçti aklımdan ama kıyamadım...
kim böyle bir soruya cevap vermek ister ki?
sen mi zamanı besliyorsun
yoksa zaman mı seni!
...
burası pakistan, karaçi
anladım
binalar, betondan duvarlar,
makinalar ve dahi silahlar,
uzaya fırlatılan uydular
hiçbiri
bir türbedeki medeniyetin çizgisine varamıyor.
medeniyet
yok!
medeniyet
yok!
hiç bir yerinde dünyanın...
bunu amerikanın keşfi ile bitirdi
insanlık
sonrası ise
yaşlı bilgenin
sözü doğrular buna yıllar yıllar sonra
"dağların anahtarını kaybettim..."
sihrini yitirmiş bir dünya göğsü kaosa açılmış,
zaman nefessiz,
insan zamansız
ve ruh bedensiz kalmış...
.
içimdeki ateş
idlibe sıçramış
yaptığım hamaset
ruhumu,
ruhum da bedenimi kirletmiş,
bütün cumalar kanlı ve kara
türbeler bombalanıyor çünkü
en çok o günlerde...
"mi kilîte koû kerd vind..."
İ.D.



ÇUKUR

herkesin bir kör kuyusu var
dibinde sıyırdığı
bir de eksik bir duy(g)usu var
ezildikçe kayırdığı

herkesin ağız boşluğunda biriken bir çığlığı
birde coğrafyasından miras aldığı bir sığlığı
var
kimselere diyemediği

herkesin bir çıkmaz sokağı var
dibinde sıkıştığı
bir de silah dayadığı bir şakağı var
namluda merminin sıkıştığı

herkesin bedeni ile içine gömüldüğü bir kafesi
bir de ciğerlerine bol gelen kafesine mahkum bir nefesi
var
veremediği
...
herkes
biraz gerçek
çokça kurgu,
biraz pezevenk,
biraz oruspu.
herkes biraz veli
ve biraz da meczup.
biraz asker kaçığı,
biraz asker kaçağı herkes.
biraz aşık,
biraz maşuk herkes.
biraz kaçkın,
biraz hırçın,
biraz yobaz,
biraz haylaz herkes.
biraz av,
biraz avcı herkes.
biraz kendine yerli
biraz da yabancı
herkes herkese...

herkes,
kör bir kuyu
eksik bir duy(g)u
ve
herkeste var bir çığlık, bir sığlık
sonra çıkmaz bir sokak
şırıl şırıl terlerin yağdığı yorgun bir şakak herkes...
İ.D.







Elleri tez

madem tezdi ellerinin ayarı
boynumda niye bir türlü ilerlemiyor aşkının hızarı
...
İ.D.

Fizik

sana asılsam
ikimizde düşeriz
bu,
basit bir fizik kuralı
...
oysa
ne sen
ulaşırsın bana
ne de ben
taşırım seni
çünkü
kimyamız...
o, buna mani
...
İ.D.



RÜSVA

-ne aranıyor, neye bakınıyorsun? 
dedi 
biri
-gözün görebileceği şeyler değildir aradıklarım. 
dedi 
diğeri
rüsva oldu biri
yoluna koyuldu diğeri
...
İ.D.

tenha

kimse kalmamış gibi
gitmişler arkalarında konuşan bir ıssızlık bırakmışlar
duruyor her şey
ama
bu sokak
bu şehir ve kalıntıları...
cümlelerim böyle değildi
böyle boynu bükük
bahtı yaralı...
ben böyle değildim
böyle dağınık
böyle bulutlu...
sen böyle değildin
böyle sancılı
iki kelime
ilki "sen" diye soluk alıyordu tenimde
gerisi
bir kumar
aramızda zaman ve daha adını bilmediğim birden çok paralel evren
duruyordu
dilim uzasın uzadığı kadar ikinciye değmiyordu
şimdi bu şehir böyle tenha
ve bir elif gibi duruyor bedenin boylu boyunca
hem hiçbir yerdesin hem de her yerimde..
dilim uzadıkça uzuyordu saçların önüme düşünce
en az saçların kadar...
İ.D.

TALTİF

















herkes sızısını geldiği yere geri
koysun
acısını da
...
özlem, bir dağdı vaktiyle
uzaktı
bakınca o ufuktan
ama
vuslat en kibirli heyecanı bile dize getirir
öldürür
yıkar o dağları
düze getirir
...
hem öyle zannedildiği gibi değil
değil yani
biri gelip vursun diye açılmış değildir
sinemiz,
başını koyup uyusun diyedir
özlemi dağlarca olanın
...
herkes alsın
alsın ne olur
sızısını
nerden türemiş ve tünemişse o ruha
oraya geri koysun
...
İ.D.

Cinnet Atlası

kendi isimlerine
gülüyordu kadınlar çeşme başında
taştan oyulmuş bir kurna
paçaları çamura doymuş şalvarları ile
kezban, kezban bütün sular.
.
düşün
sivas bir yangın yeriydi vaktiyle
bu çeşmede sular ağladı
koyu gözlerinden göğe
içimizi burkan bir çığlık aktı
kimse duymadı
...
nesimi söylesin canım efendim
bu kadınlar çeşme başında
yazmalarını bir buluta say
şalvarları dağ gelinciklerinden,
küçük minnacık
kışa inat
gülüyorlardı
...
düşün
o vakitler
çorum bir höyükten soluyor bütün varlığını
bir nefretten fazlası var duvarlar etten
komşular düşman
bakışlar en tesirlisi silahların
sonra da ahbaplık
-Ali abi, dışarı gelsene.
sesinde bir bukalemunun ayak lekeleri geziniyor
nefesi lağımdan hallice
-Ali abi...
...
say
desem
hiçbirini bilmez bu kadınlar
çünkü kasnak güllere yazgılıydı
sadece gül işler köyde kadınlar
onun dışında ki her şey pus
ve
bazı şeyler sustu, öyleydi
...


YOKUŞ

aynadaki yüzüne yabancı
biriyim
tenim ezberimde kayboluyor
doğduğumda soluduğum 
her şey bir rahatsızlık sebebi
bende
çok yürümedim biliyorum
bu yolu 
ama çok zaman geçmiş 
çok eskimiş gibi geliyor
bana
yüreğim.


Muhabbet Yalanı

...
herkesin dili var 
anlatmaya,
ama 
kimsenin
kulağı yok 
dinlemeye,
gönlü yok 
anlamaya
...
yazdığını zanneden çok 
o yazılanı okuyan neredeyse 
hiç 
yok
...
biri konuşurken susanlar çoğu kez karşısındakinin ne dediğiyle ilgilenmiyorlar 
tenefüsü nereden yakalarım da derse başlarım derdinde
kendi anlam deryasında ve gevezeliğinde
...



Hayat Kadını I

ruhunu bir elbise gibi üzerine geçirip dışarı çıktı
kadın
bir buluta öykünen kırlangıç sürüsü tam da sokağının üzerinden eserken
dilini bir türkü ısırdı
kulaklarını bir ses.
kime gideceğini bilememek değildi bu
bir çaresizlikten çok bir dahil olma çabasıydı ondaki...
saçlarını rüzgara teslim edeli bir hayli yıl olmuştu
artık nereye dönse bütün erkekler çukur
bütün çukurlar bir mezbaha ve sadece kadınları öğüt(l)üyorlar orada.
kendisine iki boy küçük bir giyit gibiydi bedenine sardığı
oysa ruhu bir bozkırın ferahlığına akıyordu mütemadiyen...
kadın bitmek bilmez bir sokağın telaşında olduğunu ne zaman fark edecekti bilinmez
şehrin dokunulmamış en son taş sokağıydı topuklarının altında ezdiği
hıncını o taşlardan çıkarırcasına olancasıyla hiddetli basıyordu topuklarına.
bir şehri eziyordu,
çocukluğunu,
yalnızlığını ve belkide kadınlığını eziyordu
gücü neye yetiyorsa artık
...




ARKA BAHÇE II

bu bahçe
dağınık
az evvel bir fırtına vurmuş,
bir hortum dağıtmış,
bostan geçmiş ve bahçe bozulmuş
içinden
kaç kere geçtim
kaç kere
sayısız
susuz ve ıslak hallerini bilirim
terke kaldığında ya da bir kalabalığa daldığında
nasıl görünür bilirim
iki kere düştüm
iki derin yarık
ellerimde güller bitti
kandan kırmızı
suda beyaz...
bu bahçe
benim de,
siz farklı mısınız!
yok mu sizin de bahçeniz
bohçanızı dolduran
dağınık, dağılmış, geçmiş ve bozulmuş...
kimseye baktırmadığınız
kimseyi sokmadığınız
...
bir saksı ya da vazo dururken kimse
gülleri bahçe de tutmaz...
bütün çöpler orada bahçededir
ama balkon temiz ve hoş kokuludur...
bilirim hepiniz ve hepimizin
b/öyledir.

matematiksel duyum

sözlerini topla
üzerimden,
aramızda ne geçmişse
mektuplar, şiirler ve söylenmiş diğer her ne varsa
üstümüze sinmiş olanları
...

gözlerini ört,
kapat.
bir duvar ör,
yaramıza.


kendini çıkar
kalbimden
sonra
b/ölsün ne varsa bizden olan
bize dair
bunu bir sen yapabilirsin
...
çünkü ben
matematiği böyle bilmiyorum
...
söz uçar sızı kalır
...

Film Gibi Hayatlar

önce
filmler yaptılar hayatlara benzeyen
ve 
insanlar filmlere o kadar daldılar ki
unuttular filmlerin onların hayatlarının kopyası olduğunu...
tabi iyi ve kötü filmler de oldu
zaman içinde...
sonra 
insanlar, 
kötü filmlerdeki kötü hikayelere öykündüler
zamanla...
ve bir gün her şey bir film sahnesine dönüştü onlar için 
hayatlar(ı) da dahil...
doğal olan ne varsa "aynı filmlerdekine döndü..."
tespit üstüne tespitler...
ooo çok mutluydular tıpkı filmlerde ki gibi...
öyle ki bazı vicdan denen soyut uzuvdan müzdarip 
filmciler bıraktılar film çekmeyi hayat en az filmlerdeki kadar 
kurmacanın sınırlarını zorlayacak bir gerçeklikle tezahür ediyor...
ve sonuç 
bir kopya nasıl olurda 
dönüp dolaşıp aslına referans olur?
hayatlar, mezatlar birbirine tezatlar..
....



HAD

çok denedim olmadı
"büyük şeyler küçük çekmecelere sığmazlar..."


Arka Bahçedeki Canavar

baktım,
herkes şenlikte sanki
bütün evlerin panjuru pembe
bütün balkonlar ve bahçe kapıları begonvil cenneti
bütün perdeler cafcaflı...
sorsan, 
herkes
cennetin yolcusu
iyiniyet bavulcusu
sağcısı, 
solcusu,
x, y, z ve hatırıma düşmeyen diğerleri
oysa
herkesin 
arka bahçesinde duruyor
kibirden göğsü kabarmış
tırnakları yırtmaya hazır
midesi doymak bilmez
bir canavar yatıyor
kuyruğundan bağlanmış...
canavarlar boynundan bağlanır halbu ki...

DİYALEKTİK BUHRAN

yaralarım sanayi devriminden yadigar
sermaye emek çelişkili bir ilişki yaşıyorum dünya ile
başımla toprak arasında doksan derecelik bir mesafe ama sanki başım gömülü
oysa ayaklarım yakın arada pabuçlarım olmazsa...
kaç takla attığımı saymadım ama düştüğümde her yer tanıdık
yadırganacak bir manzara kalmamış
aynı yerdeydim...
alnıma bakıyorum
beni olduğumdan büyük gösteren bir aynadan
sırılsıklam terliyim ama aynada gözüken
rahatsız edici bir kuruluk...
düşündüm emanet olsam dünya da
ederim daha fazla olurdu kederimden
değilim değilim oysa...
sonra bir gün ayaklarımın altına aldım
o terazisi olmayan duyguyu
gittim kapılara
gördüm
eşikler daha büyüktü kapılardan
kapılar daha büyüktü yapılardan...
düşün
harç tuğladan fazla konulmuş duvara
ben dahil bütün her şey sevimsiz...
denedim olmadı diyeceğim bir senaryo yok
bir hikaye anlatsam kendimin
inanası yok
elimde sönmek üzere duran bir kandil
göğsümde bitmek üzere olan bir nefes
...

METASTAZ


1
açılır
sere serpe sır kapısı
"düşer dillerinden bir güzelin
esrar
uyuşturur bendeki
ağzı bozuk düzen tutmaz
ısrarı!!!"

2
aklım diyorum
kimin kapısı kapalı ki
kendis(i)ne/
susmak keramet olsaydı
dilsizler lal olmazdı cemiyette..
konuşmak
niye boş
yine boş
yazmak haylazlık başka bir şey değil...

3
şimdi burda
durup
dururken
cümlem
kelimelerini yutmuş içine
sana
söyleyemediklerimi dolaylıyorum...

4
bütün tümleçler, zarflar, mektuplar
dolaylı,
ben zamirden bozmayım
özne kılığında her şeyim nesne...

5
iklim iki kere gün gösterir yüzüne
bana kış
kara kış...

6
kaşları bir bağ bozumu sonrası değil
bir dağ kıvrımı gözlerinin üstünde

7
neyleyim pazarlar dolu
ben dizginliyim
dağınık pazar yerlerinde kaldı azığım
yazığım

8
ben bir şafak
sonrası
tutuşan değil
uçuşan eteklere
sonrası
faniliğimiz, haniliğimiz ve
hiçliğimiz
bir kedere buladım kendimi
sır kapısında
kapı sırasında
sıkılıyorum artık 
beklemek-
               ten 
zor geliyor
.................

19/02/2008/
02.12.2014/
01.03.2019.

intihar saati

sonra her şey bahar
kış, yaz ve diğer bütün mevsimler
on iki hayvanlı çin takvimi ve
gecenin kör saati
bir masa, iki bardak ve bir sandalye
geçti masadan serin tatlı bir esinti
özlendi herkes
ve
her şey
bahardı...

gergedan

ruhumu iğne deliğinden geçirdim
astım güneşe
her gün efkar deyip büyüttüğüm bahçe dile gelse
ömrüm utanır kendinden...
ruhum,
sana güneşi üfledim ısınsın diye
içim
sağ yanın kış bucağı...

kader

hangi otobüse binsem aynı durakta bırakıyorlar beni
hangi yoldan başlasam aynı yerde bitiyor serüvenim
yani şimdi bütün yollar aynı yere çıkıyorsa
bir cevap isterim
-nerede etkinlik, nerede strateji beeeeeeheyyy karayolları?
"ipin başı da sonu (da) ayrı ellerde (de) ama düğüm hep aynı yerde..."

haslet

olanca suretiyle suratımıza
düşen kaçıncı sille bu sayamadım
nefesimizden damarımıza işleyen
bu uyuşturan esrar
gözlerimin yollara dalan buğusu
bütün bu intihar etme şekilleri
ergenliği insanlığımızın
bir hayratın ve bir hayatın yarım kalmışlığı üstünedir...

sallata

4
bütün meseller
bir aşk üzredir
bir de arşın üzerinde geçiyor hepsi
filmlerde...
baktığın,
gördüğün,
duyduğun
ruhuna değen, delen, sürükleyen...
sel ya da esinti gibi ne varsa...
sahne bu/kadar...

3
bütün meseller
nefs üzredir
bir de ciğerlerinin hacmi kadar nefes üzerindedir...

ikisini bir(den) tutamazsın,
ikisini bir(den) bırakamazsın

birini tutup diğerini bırakmalısın...
bahtın ne yiyiyorsa artık...

2
unutma
özgür değilsin
her halukârda
bir ablukanın içindesin
nerede durursan dur
her yer çember
her kimlik bir kafes...
dedim ya nefs
ve nefes...

1
yanlış anlama ey ahali
bu "nefs" sandığın gibi "uçkur" değildir
uçkurla nesf arasında beş duyudan fazlası kadar bir mesafe var
ki nefes ile ölçülmez...

0
sonra baktım
ev de kâr da yok
onlar olmayınca efkar da yok
her şey aynı düzlemde oluyor
arşın üzerinde nefsim bir aşka tutuluyor...
ama dünya düz değil,
yuvarlak değil/mi?

kimse ölmemiş yalandan...


iman

hadi bize bir masal anlat
"kuşlar taş taşısın
fillere karşı
nehir yarılsın
arşa doğru...
bir tufan kopsun
cudi'ye gemi konsun...
muhammed miraca
isa tanrıya çıksın..."
bir masal anlat bize
hadi!!!
bu bir rüya olmalı
degilse riyadır
bütün masallarınız...

HEPİMİZ

"sinem, bir bilgenin efkarı ile dolu
bir okyanus doldurabilir ancak içimi..."

hepimiz,
dikenli güller gibiyiz                                       
gölgesiz evler
ve
meyvesiz ağaçlar gibi...
hepimiz,
kurumuş nehirler
ve
kısır taylar gibiyiz...
dişsiz kurtlar
ve
aç koyunlar gibiyiz
hepimiz...







Hasret

kimse görmedi,
kimse bakmadı böyle
gittikçe büyüdü gözlerin
sen kaldıkça özlemin...
bir kapı ne zaman açılır boşluğa
hanidir
ondan da biriktirdim hemde çokça
...
büyüyor gözlerin
boyuyor gozbebeklerimi
büyüyor onlar/da
kapılıp hasretine...
biliyorum artık
bir su bardağı ne zaman sebepsiz durur
ne zaman öyle yaramaz bir işe
o da birikti
özlemin gibi...
kalbim daha kaç duyusal müdahaleye dayanır bilmem
kaç vuslat hançerine
kaç cerrahi mücadeleye
...
seviyorum seni
bütün insanlığımın yerine...

9/8

bizim şarkımızın ölçüsü
13/8'le başladı
yetmedi nefesimiz
ikinci
mısrada tıkandı
...
tanrım bana bir mezar
ruhumu siktir et
ne bok yerse yesin
bedenim benden bir parça bile olsa
kalmadı desin...

göğüne aldandım
insanım nefsime yaslandım
tanrım bana bir mezar
yoksa bu ruh çok değil
bu bedeni bozar...

"anladım"
ölüm
insanın uslanması için değil
doğasına uyması için var
şimdi bakıyorum da
durduğum her yer
dipsiz vadileri olan "yar"
ne kadar zorlasam zorlayayım
dar dar dar....

bir aynaya bakamadım
kendime gelesim yok
bir aşa su olmuyor varlığım
bir yaraya merhem
bir rüzgara yaprak
"değmiyorum hiçbir şeye/
her şeye zaten ucubedenim..."

9/8
ikibinondokuz....

Seçim

kedere bir avuç kömür
söyle melahat abla
geçer mi böyle bu ömür...

diyarbakır acısını suruçta öteledi,
ankara bilmem nerede yapacak onu.

insan ömrünün darası
yaşadıklarını çıkardığında geriye kalandır,
insanın darası
ruhunu çaldığında geriye kalandır...

söyle 
melahat abla söyle
bunca ölüm varken
bütün gülmeler yalandır...

sen öyle kolun pencereye yaslı balkona
gitmeye üşenmişsindir belli
bugün pazar
seçim var
sence bu halk bize kaç yazar
baraj
ne olur melahat abla...



MÜPHEM

şimdi düze duruyor ya saçların
bazen
hani,
omuzuna bir parmak kadar
uzak
uzanıyor ya oradan
ulaşmaya.
uzamıyor ya bir türlü
bitmiyor ya hani serüveni
ki sen hep kesiyorsun diye belki
belki de
bitmi.....

şimdi biz
eşkenar üçgeni bu ocağın
birbirine bağlı iki yandan üç köşe
dip dibe dizilmiş gibi
sen, ben ve roni...

ellerime katılıyorum
parmak uçlarımda ne varsa
nefsime dair
orada biriktiriyorum hepsini
ve sair
...

Terk

kimseye sana dokunabileceği kadar
yak(ın)laşma
çünkü
insan,
dokunabildiğini kırar
dokunamadığını da
seyre dalar...

İsyan

kimseye değmez nazarımız
kimseye...
ağrımız bizedir, yaralarımız bize
bize kanar,
bizi kirletir kanımız...
sefaletimiz, sefilliğimiz dokunmaz
kimsenin gönül teline
yine de yok bir şikayetimiz...
nefsimizedir tüm hıncımız ve varsa kibrimiz...
ama
şimdi
bıçağın dayandığı kemiğin nedeniyiz
taşmaya sabırlı bardağın son damlasıyız
hem sebebiz hem de sebil
akıyoruz
gönlümüzce
...
YETER ULAN...

OYUK

uçup gidiyor ne varsa
insanın çürüğü
suyun tadı
iki kelamın arası
bir soluk nefes ki
ciğere can
gidiyor ne varsa...
süpürüp ardını
terkinde bırakıp kahrını
uçup gidiyor
ne varsa...
kiminin parsadır derdi
kiminin arsa
ya benim ki nedir
hayat
sana kaldım
sende kaldım
senden kaldım
galiba.

ZAMANSIZ

sırasız gelir her şey
bahar, bu cehennem
ve papatyaları
...
sırasız
af buyurun
kanla halvet olanlarla
aynı cümlede diziliyiz
kelam kelam
...
sırasız
kilisteki yangın,
kobanideki duman
ve
şengalde toprağa dökülen
kan
...
ahlak
arsızlığa vurmuş kendini
çoluk çocuk ölmüş
ne ki?
...

HAYIR

bu işte bir "hayır" vardır
bu bakışın dile dökemediği
bir hayır
nasır bağlamış bir suskunluk
bağışlamış kendini
hayır...

10.02

kelebekler uçuyor
kaç zamandır göğsümün sağ yanında
bir kargayı yeğlerdim oysa
...
doğduğu günü kimse hatırlamaz...
aslında o doğduğun günde olmayabilir
ama işte "amcan ölmüştü...."
yara büyük
gelişim bir trajediden alıyor miladını
ne büyük şans
ne büyük saçmalamış alın yazı(cı)sı...
unutmuyor kimse
vardığın dünya senden umut almıyor
çok var senden
hemde çok
sayma!
biter belki
ama ölmekle bitmiyor
...
belki bu yüzdendir bir şubatı severim aylardan
birde ocağı
çünkü o arada bir yerdedir
nefesimin havaya değdiği
zaman
aradadır...
göğsüm kelebekler vadisi
ömrü de
orada...

Çöl

çölsünüz
yani hayat namına bir şey kalmamış
içinizde
öylece varsınız
öylece...
sahi siz başından beri mi
böyle...
yani çöllüğünüz yeni bir şey
değil
yani
sonradan olma çöl değilsiniz
değil mi?
"fıtrat"ınızın bağışladığı bir şey
sonradan
hiç bir varlık
hiç bir şey
hiç bir yaşam formu
bu denli deforme olamaz...

Yanılgı

"çok  kere"

yanıldı durdu terazi
ter içinde
ter içinde
umduğu neydi de
bulduğu değildi
o
...
"bir kere"

insan bir tartıya düştü mü
emsal emsal diye böğürür
bulur (mu)
bulmaz (mı)
...

sinem tamda bu anda
bir taşa mihmandarlık etmeye ne kadar da
gönüllü
binbir gecede olsa
yaslasın ona kendini
taş bu ne de olsa...
geçmiş
bir gölge
bir bilge evin içinde
belki bir özlem
dokuzçeşmede
duruyor
burnumun sızlayan direğinde
...

dedim ya terazi
yanıldı durdu
kantarcı ter içinde
kantarcı
terazi bir çocuk işi oysa
yer yarılsa gövdesinin sığacağı
oyuk bulunmaz
kantarcı
...

insan
bir tartıya düşmüş
emsalsiz bir yargıya
neye kime göredir ederi
...

geçmiş
gevran ovasında bir handa
çocukluk ve münasebetli ne kadar
hissiyat varsa insan içinde
bugün
emsalsiz yaşanıyordu orada
su bile
suydu
....

AYMAZ

hiç fidan dikmemiş
biri
ne bilsin cansuyunu
...
okumamış
yazmamış
söylememiş
ne bilsin
...
diz çökmemiş 
toprağa 
bir tırtılın 
yolculuğundan haberdar olmamışsa 
Ne bilsin

insan, nebat ve bilcümle hayvanat 
neye var
neye sebep
...

Dünya

burası kimsenin yaşamadığı
yaşadığını sandığı yer

evrenin havası en bol yeri
kimsenin nefes alamadığı bir yer

bir cümle düşün imlanın bütün sınırlarına sadık
anlam ile ilgili bütün duraklara uzak

bildiğim hiç bir şey yanaşmıyor
adına yaşamak dedikleri bu boşlukta

bir kere daha gelmek sanırım hiç iyi fikir değil burası için
bir daha bu çukura düşmek varsa bir yerde cehennemin en dip yeri
daha makbuldür
senden dünya...

Kuşlar

bir insanı öldürmenin
ne kadar kolay yolları varsa buluyorsun
bir atom bombası kaç kişi
kaç kuşak eder(yerle bir) biliyorsun artık
nasıl durur yağmur
nasıl kurur dereler
vadiler nasıl dönüşür çöle
biliyorsun
hikmetin oooohhhh
sınırsız...
yine kendini alamıyorsun
kuşlara bakmaktan
biliyorsun senin
bildiğin çer çöp ne varsa o kanatlarda var
hareket, hareket, hareket...
hakaret ederek doğaya
kuşlara...



İnsan

git,
kıblene dön
güneşe yakar
aya dua et
istavroz çıkart 
yahut
ganj'a gir
su(yun)da aklan...
ne 
yaparsan
yap 
da 
şu
"içindeki hayvanı utandır..."

ERGEN ASABİYETİ

"ey hüzün boyun (hala) boyumdan uzun..."

kimse giydirmez çocukluğunu üstüne
paylaşmaz oyuncağını
kumunu kalesinin
her yer kumdan olsa bile
...
"kimse anlamaz seni sevdiği kadar
ve 
kimse de sevmez seni anladığı kadar"
nefreti her zaman yanılgısı kadardır herkesin
yanlışı en az doğruları kadar
...
kimse giydirmez çocukluğunu üstüne
kendi mezarını açar sana ölüm sıraya girmişse
"sen önden öl..."
...
                                                                            sonuçta
herkesin bir başkasının 
sırtına tezgahını kurduğu 
bir dünya 
yaşadığımız yer
bu yüzden 
"anlamak daha 
büyüktür
aşktan"
...
k
  i
   m
     s
          e...

KEŞKE GAZELİ

misal
bir kuşşsun 
kanadın bilmem hangi avcının saçmasına 
çapmış
düşmüşsün
...
bir yanın olancasıyla seni uçurmaya çalışırken 
diğer yanın yere yapışık
öylece 
denedin 
üç ve beş kez 
yerdesin 
kuş olmayaydın keşke
...
misal
bir kartalsın 
maharetin, kibrin ve hikmetin 
ne varsa pençelerinde 
gagaların ara bir istasyon midene
...
girmiş hunhar bir fakın dişlilerine çıkmaya çalışıyorsun 
kurtulmaya 
pençelerini orada bırakarak 
şimdi her yanında av 
olsa ne yazar
kartal olmayaydın keşke
...
misal 
bir insansın 
kadın ya da erkek 
göğüs kafesinin sol yanına dağ gibi heybeti 
lakin bir yumru kadar büyük
bi yük sükun etmede
ki kalp deriz
orada kalıp
...
sonra bir başka kafesin içindekinin çekimine 
girer sen kuş sayarsın 
uçar, coşar durmaz yerinde
terkedip göğüs kafesini
koca bir boşluk bırakır yerine 
insan olmayaydın keşke
...
misal 
bir taşsın 
ruhsuz ve cansız herkesçe
varlığın gölgedir kimine
kimine sığınak 
ağırsın çok ağırsın kendine
yol geçer olduğun yerden
seni alıp un ufak ederler
taş olmayaydın keşke
...


Zıtlık

Üsküdar'dan bu yana lo kimin yurdu? A.Arif kendine  mağdur, mağdura da fail süsü vermiş faillerin yurdu!