Zıtlık

Üsküdar'dan bu yana lo kimin yurdu? A.Arif

kendine 
mağdur,
mağdura da fail
süsü vermiş
faillerin yurdu!

İzmir Ağrısı

içimde bir

İzmir çarpıntısı,

İzmir sancısı var

...

nicedir

gördüğüm bütün fotoğraflar oradan çekilmiş,

bütün trenler oradan geçmiş,

bütün denizler oraya kıyılanmış,

bütün sevmeler orada başlamış 

gibi geliyor...


Bazı Gazeli

Bazı kuşlar uçmaz,

Bazı arılar bal yapmaz

...

Bazı ağaçlar çiçek,

Bazı insanlar yürek açmaz

...

Bazı insanlar sevmez

Bazısı nefret etmez

...

Bazı ocaklar tütmez

Bazı bucaklar erişilmez

...

Bazı yollar bitmez

Bazısı da ne yaparsan yap başlamaz

...

Bazı ağrılar dinmez

Bazı yaralar iyileşmez

...

Bazı sözler unutulmaz

Bazıları iyi gelmez

...

Bazı kitaplar bitmez

Bazı insanlar hiç

Bazıları da yeteri kadar sevilmez/anlaşılmaz

...

Bazı ruhlar ölmez

Bazı insnalar da

...

Bazı sevmeler bitmez,

bazı nefretlerde

...

Bazı zamanlar geçmez

Bazı nehirler akmaz

...

Bazı evler ısınmaz

Bazı insan üşümez

...


Asabiyet

ruhunu pazarla mezar arasında taşımayı

yaşamak telakki eden

bir zamanın

i

n

s

a

n

ı

y

ı

z

.

Belakolisi

ben bir yangın 

çıkardım kimseler tutuşmadı

tomalar koma halinde,

suskun sendikalar,

suskun işçiler

bir tek köylüler de var 

ne varsa

onlar da

tik tok aleminde cümbüşte

"bu nasıl bir rüya"

...

köpekler eylem hazırlığında bütün sokaklarda

sokaklar dar

dünya geniş insana

...

ben bir bir kavga çıkardım kimseler vuruşmadı

öylece kursağımda durdu ve geçmedi bir yere hevesim

...

sonra boğuldu ne varsa

kediler, 

köpekler

ve 

hevesim

ne varsa cümbüşe dair

dört kişinin toplanıp kimsenin konuşmadığı 

bir ortamda

...

ben bir dize çektim

feleğin çarkından

kimse şiir demedi

"ben yazdım kimse okumadı"

sadece burada kaldı.

YOK

...
çerçeve var
resim yok;
duvarlar var
çatı yok
...

 

İçe Dökme


.

ben sana çok şey diyebilirim, sen bana asla...

ismi imla hatasıyla malûl bir sokak 

açmazı bu 

şu anda

kafes darlığı sinemde duran 

...

gidip geldiğimiz yol aynı

insanlar da aynı 

ve küçükler 

karıncalar kadar 

ama maharetli değiller onlar kadar

ben dahil

...

bencillik zengin açmazı

fıkara avuntusu işte

...

çöl bilmeyen 

susuzluktan dem vuruyor 

akşamdan sabaha,

"el tokadı yemeyen...................."

bir nefreti kusuyorlar üzerimize 

dost meclisi görünümlü

idam sehpalarının üzerinde

dilim bir sihre meyilli 

dönüyor dönüyor da ağzımın içinde 

sadece susuyor

ufkum mahçup suretime 

kızarıyor,

kızarıyor,

kızarıyor

....

okkalı bir öfke 

enkaza dönmüş ufkum

kaz kaz nereye kadar

bütün enkazların altından devlet

çıkıyor

ve 

kim çıkarırsa çıkarsın 

o devlet kur(t)ulmuyor

öyle vebalı

...

kaç atımlık barutum 

bilmiyorum 

kaç kere daha ateşlenirim 

bu yağmurun içinde 

kaç hece daha kusabilirim  

kelimelerin cümlelerin bağrına

bilmiyorum

...

anladığımı sandığım bütün 

meselelerde bir ga(r)ip

bir acayip hal oluyorum

...

bir yokuştayım 

git 

git

git

bitmiyor 

ne yokuş 

ne de içimdeki tırmanma hissi

....


Deprem

bu yazı,

üzerine su dökülmüş ayazda

kırık bir fay 

oynar durur rüyamda 

iklim

bir ihtimalden daha yakın 

kazma, kürek, demir ve toz

nereye dönsen 

bütün iktidarlar yoz...

inşaatçı, müteahhit, belediye başkanı...



Uyumsuz

uyumlu değil!
varlığımız, fikirlerimizin vardığı yer,  duygularımızın düştüğü yer 
ile 
ayaklarımızın bastığı yer...
uyumlu degil!
ey tanrı
madem bu kafayla gelecektim 
neden buradayım,
madem burdayım 
neden bu kafadayım
...

İnanma

 sırf

onlar tıkınırken

ses çıkarmayın diye 

başka bir dünyanın

var olduğuna inandırmaya

çalışıyorlar sizi.

bu dünyanın nimetlerini kendilerine, 

külfetlerini size pay ediyorlar...

inanmayın.


Dezge

bir ince kin 

sızı gibi oyan 

içimi 

sert 

yar yar koyu 

hiç bitmeyen mesai gibi 

orada tezgahta duran

...

kendimle çocukluğum arasında

bir mesele 

bu 

husumet 

insan kendine hısım değildir

lakin 

hasım olabilir 

...




 






Anlat-ı

hangi masala 

başlasam 

kahramanları bir musalla taşında

soluk alıyor

ve bir daha vermiyorlar...


Dem

 

İçimizde
içine sıkıştığımız, hiç bitmeyecek gibi duran 
bir bugün
ve
hiç gelmeyecek bir yarın var
gittikçe büyüyen dağ gibi...

Güruh

....
ben sizin durduğunuz yerde değilim
sözünüzün varacağı yerde de olamam
gözünüzün baktığı yerdeyim 
tam karşınızda 
iyi ki
...

Tesir

...
ruhum 
bir fisken yeterdi gülmem için
oysa durup bekledi/n ölmem için
...

Fal

 ben telveyim 

kahve fincanın suretine dağılmış

İn-cin eşkalli

bakmayı bilen çok şey görür bende

bilmeyen kör 

ne diyeyim... 

Yakalılar

bütün yakalar aynıdır

kırmızı, sarı, yeşil

ve beyaz 

ve mavi yaka...

çarkın başındaki düğmeye basan ile

çarkı çeviren aynı eller

birinde nasır var çarktan kalan

diğerinde ise soyulmuş ovuşturmaktan

aynıdır yakalar

aynı

beyaz, yaka mavi yaka 

aynı terane ayrı caka

...



sebep

 insan neden mi yazar?

yazar,

çünkü

kimse anlamadığı için 

yazar,

kimseye anlatamadığı için 

yazar,

kimseye konuşamadığı için 

yazar,

kimseye kusmadığı veya kusamadığı için 

yazar,

herkes sustuğu ve 

herkese sustuğu için yazar

...


Savaş

"uyku tut beni 

ya da 

bitir bu savaşı 

unut beni"

riya ülkesinden bildiriyorum bu gece de 

çılgınca haller geçiyor şah damarımın 

sınırlarında 

beni uçuracak Silivri'de bir dergaha 

tutuyorum dillerimi

kusmak hiç bu denli cezbetmemişti midemi

ama nereye,

kime...

bir çığır var bütün çığlıklarını anaların 

taşıyor sinesinde 

kurşun atanın da 

o kurşunu yiyenin de annesi, anneleri

"ki bir anne bütün insanların ve insanlığın annesidir kendi yavrularının şahsında ve  yeryüzünde"

dedim ya riya ülkesinden bildiyorum 

kılıçlarından damlayan kanı temizleyip 

hamiline yollayan da 

ne bileyim işte o ve onun gibiler de 

bir kuşa bir zeytin dalına vurgun bu şafakta 

düşündükçe midem

ağzıma yollanıyor cümbür cemaat

paralel bütün evrenler ve 

zaman 

pek sayın Aynstayn'ın dediği gibi gözün gördüğü görmek istedigiyle ilgili

...

din, iman, lisan ve izan 

aynı yerde boğuldu

...

"bir merminin üstüne yazılan bir mesaj 

gittiği yerde nasılsa okunmayacak "

...

yıldım

...

savaşı herkes seviyor aslında kendisi savaştığı sürece 

herkes uzaktaki savaştan nefret ediyor 

kendilerinin niye yok diye

bir haset üzre kurulu modern zaman insanının hezeyanı...

karıncalara bakın 

insanların onlara 

nasıl davrandığına

sonra da hep bir ağızdan 

salyalarınızı 

"uzaktaki savaşlara hayır..."

uyku tut beni ya da bitir bu savaşı 

unut beni.



 





on şubat ayini

duru ve berrak bir su

birazdan bir toz bulutuna bulanacak 

bir hortumun marifetiyle

uçuşan naylon poşetler

göğünde

ruhum bu teşbih 

sana bu tasvir sana

...

t/ipsizdim 

dipsiz kuyulara hüznümün ağırlığıyla boca edildiğimde

çocuktum daha 

daha kendime bir ilk, bir bahar bulamamıştım.

...

kimse duymayacak biliyorum 

sesimi,

sesimizi 

ben hem BİR'im hem de ÇOK'um

arasan yerle gör arasında aslında orada da yokum 

olmadım hiç

bütün mesafeler uzak 

bütün eller yumuşak, kadife sesli bütün yüzler

saçlarım bir elin hayalinde kaldı, 

sesim kadife bir noktanın ezgisinde

kastım bu değildi yaşamaktan

kıstım, kıstırıldım.

...

diken ve gül 

hangi mahkumun açmazı 

gülün mü?

...

biliyorum kimse salmayacak ipini

sarkıtmayacak bedenini

cepleri dururken uzatmayacak ellerini... 

onşubatayini

burada noktaladı 

hüznün tayinini

geldi ve bir daha gitmedi...







Doğal İktidar

Doğa 

sertlik yanlısıdır...

diplomasi 

naif insanların

uydurduğu

zalimlerin ise kullandığı bir 

oyalama aracıdır...


 

Yara

sorma nasıl?

geçti mi diye 

yok geçen bir şey 

duruyor olduğu yerde yara

senin de tuzun,

emeğin, dirseğin var bu oyukta...



Kıyım

 

bir ağaç dalını buduyor yaz ortasında…

gövdesine küs

ama

gücü dalına yetiyor

anca 

ona kıyabiliyor

insan

gibi

öyle 

değil 

mi?

Kuyu

her sözüm yalan

rüzgar,

her sözüm yalan

bu rüzgar yüzümü ısırıp geçti

ebeden çözülmüş bağları dizlerimin 

kopmuş, berhava, avara

evet 

böyle zamanlarım da oldu

böyle ağrılarım

boşluğa boca edilmiş çağrılarım

bir doktoru mesleğinden soğutan sanrılarım

onlar da oldu elbet

güldüğüm zamanlar 

hem de

göbeğimin orta yerinden bedenime dağılan ağrılara sebep olan 

sabrım da oldu kabına sığan sığmayan...

beklemelerim,

beklentilerim...




Cami Hırsızı ile İmam

efendim hattı zatında 

ceviz çok faydalı bir yemiştir

ve bende çok severim kendisini

bir gün sokaktan geçerken 

gözüm ilişti bir ağaca ve

dalındaki cevizlere 

sonra da ağaçlar aramda duran duvara 

sonra da o duvarın etrafını sardığı camiye

içimde karşı koyamadığım bir yeme isteği 

sonra da birazını toplayıp eve götürme

peki kimden müsaade alacaktım almak için cevizleri

müezzin, imam yahut cemaat kimin malı burası?

aklıma geldi birden 

derler ki tüm mabedler Tanrı'nın evidir

bütün dinlerce böyledir.

o zaman burasıda onun evidir

ve yine derler ki "O her şeyi görür, duyar işitir."

madem o görüyorsa bu benim için kafi dedim ve başladım toplamaya

birden bir ses duydum öteden

-bre kafir Tanrı'nın evinin bahçesinden ceviz çalmaya utanmıyor musun? Hırsız! dedi

hırsız ben miyim? diye iç sesim konuştu benimle dışarıya çaktırmadan.

-Tanrı'ya inanıyor musun? dedim.

-O ne demek, tabi ki? dedi.

-Peki O şu an görmüyor mu bunları aldığımı? diye sordum.

biraz durdu, düşündü ve ekledi

-O her şeyi görür, dedi.

-Madem burası O'nun ve O her şeyi görüyor bu durumda benim yaptığıma hırsızlık diyemezsin değil mi? Gizli bir şey yapmıyorum sonuçta, O'nun evinden O görürken alıyorum bu cevizleri. Rızası olmasaydı bir işaret çakardı herhalde. Hem sen kim oluyorsun mülk sahibi ses etmiyorsa sana ne olmuş, sen ne karışıyorsun. 

dedim.



Stres

"...aklıma suyun intiharı geliyordu hep 

şelale deyince..."

Birhan Keskin

...

bir suç ortağı bulunduğunda 

hayvanlar dahil bütün canlılar

intihar edebilir

...

bir köpek yola atlayabilir bir araba gelince

oynar hayatının en büyük kumarını kendince

...

hayvanlar oynar mı kumar?

intiharı deneyen hayvanlar 

kumar mı oynamaz!

...



Boşluk

...

elimden tutup öyle bir 

yükseğe çıkardın ki

şimdi hangi dağa çıksam 

tepe gibi geliyor

...


TAKDİM

ben sıfırdan bire kadar 

bir yolda 41 kere döndüm 

dolaştım

...

gemiler demirli duracağına yansındı

geçmiş önüne set çekiyorsa yansındı

yol önünde kısalmıyorsa bitsindi

...

bütün bir rüzgarı önüme aldım

yüzüm rüzgara daldı/m

şimdi

...

bir bebek misali 

sıfır her şey 

sıfır...

nerden baktığın önemli

sıfırı tükettin 

ve düştün...

bir bakış

sıfır daha başlamadın yola

buda bir bakış

...

şimdi 

ben emeklerken yürüdüğümü zannedenler var

sonra

ben yürürken koştuğumu,

koşarken de uçtuğumu zannedecekler olacak

...

daha bir şey göstermedim

daha bir şey görmedin

ve görmediniz!

Yangınım

... 

ülkemdeki 

ormanlar gibiyim

yanacak bir şey/im 

kalmadığında

sönebiliyorum 

ancak

...

ne bir damla su

ne bir kürek

ne de bir tırmık

dokunuyor sineme

...

yanıyorum,

yanıyorum,

sönüyorum

...

#ocavık #hozat #tunceli #muğla #manavgat #dersim #bingöl #çewlik 

Sondan Bir Önceki Tespit

belki de hiçbirimiz sandığımız kadar;

-iyi bir baba,

-iyi bir eş,

-iyi bir dost,

-iyi bir amir,

-iyi bir mamur,

-iyi bir insan,

-iyi bir...........

                                        değilizdir... 

          

Yarcan

bir kağıdın içinde sarılı geldim

büyüktü dağlar 

bütün bütün üstüme çullanan 

bense sırtımdı sanmıştım oysa

...

tüyü bitmiş bir kısrak

yolların en tenha kıyısında

yitirmiş benini

bulmuş beni

...

bendeki kimlik,

karnımda biriktirdiğim bir sevgi çöpünden ibaret

...

bir hotumun yarattığı toz bulutunun içindeki zerre

düşmüştüm senin içine bir kere

...

yurdum güneşin balçıkla sıvandığı bir cehennem

durduğum kapı senin vurduğun yere çıkıyordu

sen bir çölü ihya etme  

bense bir inadı büyütme derdindeydim

sen kaybettin

...


 


YAPI - I

 bu bahçe tekin değil,

bu duvar,
bu kapı ve onun üstüne oturmuş yapı
tekin değil!
her şey çok yeni
ama
dağınık,
her şey çok yeni
ama
değersiz,
her şey çok yeni
ama
dayanaksız,
her şey çok yeni
ama faydasız...
artık eskiye yani tüketilir olana değil
değerli olana dönmeli...


Cennetinden vazgeçtiğim bir tanrı durmadan sınıyor beni

sayın tanrı/m 
şayet tüm bu olanlar bir sınavsa
ben vazgeçtim cennetinden
bu cinnet yetti bana 
sende anla artık bunu 
beni daha fazla sınama...

AHVALİM

sinemdeki oyuk

boyumdan büyük

şimdi kime anlatsam içimdekini

boşluğa bakan gözler görüyorum

...

Hiç Kimsenin Şiiri

kar tutmuş alnın orta yerini

sağsın da kime dağsın

ölsen ne olacak

ki?


Sarkaç

heyecanlarla hezeyanlar arasında 

bir sarkaçtır 

hayat.

heyecanı sar,

hezeyandan kaç...


İmar Planı

yeni imar planı;

evleri birbirlerine yakın 

yapıp

insanları birbirlerinden uzak 

tutuyorlar.

evler yakınlaştıkça

insanlar uzaklaşıyorlar birbirlerinden...

...


NİYE/T

bir yelden almış yüzünü

almış süpürmüş bağımı, 

özümü...

güldü bir parça merhamet 

yerine

sandım ki o da daldı ben gibi 

derine

baktım ve

kuytudur dedim 

ikimizin de dilinin üzerinde gezinen kelime

o/ysa tenha dedi ve sustu ikimizin yerine

niye dedim bunca mesafe, bunca kelime

o/ysa niyet dedi, 

kuru ve boş bir yaprağı alıp tutuşturdu elime...








KABUS

her defasında başından başlayıp 

aynı yerde bırakıp

aynı yerine bırakıyorum 

masanın

bu kitap

belki bana göre değil

belki de ben ona göre bir okuyucu değilim

bir kısır döngü

hep başa saran

hep boşa yoran

...

sabrım mı kalmış sanki 

taşmış içimden 

şuncacık kalmışsa 

kalmışsa şuncacık içimde sabır

o da burada taştı

tükettim onu

sanırım

...

döngü kısır

insanlar kısır

ve ağır kusurlu

sokaklar çer çöp dolu

hava tozlu

toprak yağıyor taaaa Afrikalardan buraya

iklim kendini bozmuş

zaman kayık

mevsimler kayık

kış kışlığını yapmıyor 

ama 

puşt her zaman ki gibi puştluğundan esirgemiyor bizleri

bir kıyamet sanki

bir doğum sancısı

bir boğum olup boğazımın yollarına barikat kurmuş

terliyorum 

sanki ömrüm bütün terini bugüne saklamış

sırıl sıklam

ağzım, burnum,

yüzüm, dizim...

...

uyanmadım!





KUYU

kuyuya düşmüş taş gibiydi adam
kuyu gerçek ama taş olan adamın bedeniydi
dibindeydi
cehennem gibi...
toplanmışlar 
eş, dost, akraba
nasıl düştüğü üzre ahkam kesip çay ediyorlar muhabbete
gelmiyor kimsenin
aklına 
bir el
yahut bir merdiven 
o da olmadı bir ip
uzatmak...
çıkarmak kuyunun dibinden
düşmüş 
adamı...
adam sevindi önce 
bu kadar dost, eş, akraba 
toplanmış
bulurlar bir yol elbet
elbette çıkarırlar onu oradan 
boşuna toplanmış değiller ya!
yukarıda dönen muhabbetten 
bi'haber...
oysa 
birbirine karışan
ve birbiriyle yarışan 
seslerden 
bu umudu besleyecek 
bir selam
yahut 
derman niyetine bir kelam duyulmuyordu...
sonra kimisi koca kuyuyu görmedin mi de düştün oraya diye suçlar bir vaziyette, hesap sordular.
kimisi hadi bakalım çek cezanı baksaydın ya önüne...
kimisi...
sonra bir başka kimisi....
...
...
seslendi adam 
dost sandıklarına 
bir ip yahut merdiven yok mu?
çoğu olmadı oralı
oralı olanlardan bazısı
bizde merdiven var ama şimdi kim getirecek
zor gibi ama 
sen kendin çıkmayı dene 
belki çıkarsın.
bazısı ip var bizde ama kısa
gelir dedi.
kimisi de ip bu bize de lazım olabilir 
deyip yanaşmadılar
onu oradan çıkarmaya...
oturup vicdanlarının üstüne
...


Ayrılık İşvesi

bir tahterevallinin iki ucu gibiyiz

ayrıyken bir anlam buluyor varlığımız

bir yerde buluşunca kaybolup

bozuluyor ayarımız

...

Kırmızı Çizgi

yolundan şüphe duyanlar

yani

kendileriyle değil de

bir şeylerle yahut başkalarıyla var olanlar

çizgi sahibi olurlar

önlerine, arkalarına, sağ ve sol yanlarına

hatta 

kafalarının üstüne 

çizgi çekerler...

ahhhhh onlar ki 

ne kadar da çaresiz, 

ne kadar da ilgiye aç

dokunmaya muhtaç...

bakmayın öyle külhanbeyi narası perdesinden fırlayan kırmızı çizgilerine

rengin bir ehemmiyeti yok 

çizgi çizgidir...

bir korkunun göstergesi, 

bir konağın yıkılma tehlikesi

ya bildiklerim, inandıklarım yanlışsa kaygısı 

heyhat!

halbu ki şüphedir 

bizi bugüne getiren

bildiğimizden şüphe duymalıyız 

düşüncelerimizden de

bilmediğimiz gizli dehlizlerinin olabilme ihtimali

içimizi yiyip bitirmese de bizi diri tutmalı

kibrimizi insan kılmalı 

...

oysa sen 

"küçük insan"

yolunu kaybetme kaygısı,

geldiğin yere dönmeme korkusuyla

çizdiğin çizgiler

işte onlar

bütün bu rezilliğimizin 

müsebibi 

sense taaa

Habil'den beri iflah olmayacak 

yarasısın bu evrenin...




Asghar İmani-LEYLA


Derdin öyle derinki leyla, hepsi yükümdür Sensiz bir yaşam leyla, hapis yurdumdur ----(zindan-yaşama vurmak) kürtçedir Zülüf gölgesi nerde leyla, ölürüm inlerim küsmek taksir leyli leyla, efkarıma bir çare, feryadım----(taksir-aykırı davranmak) Leyli leyli Leyli yaşam Leylam Gençtir ----- (duam demiyor, ciwane diyor- gençtir demek) Leyla iki cilveli gülüşün, öyle kendinde kalmışlar Sarı renk hazan leyla, hatta sonbahardır Sarı rengim nerde leyla, uzaksın azizem, feryadım Zülüf gölgesi nerde leyla, acı acı çekeyim Bu yıkık sokaklarda leyla, öylece bırakıldım Leyli leyli Leyli yaşam Leylam Gençtir Leyla iki cilveli gülüşün, öyle kendinde kalmışlar Her yüz kalın, her ses kardeş olsun Feleğin işi leyla, sen tek bambaşka ol, feryadım Benim ve senin onurun oldu, benim yeni gölgem--(kerim onur) Sen ağaçsın zarifsin leyla, benim yeni ağacım Leyli leyli Leyli yaşam Leylam Gençtir Leyla iki cilveli gülüşün, öyle kendinde kalmışlar Leyli leyli Leyli yaşam Leylam Gençtir
çeviri kaynak: THE YNC

 

İnci

bekledim 

bir dağın sabrıyla,

bir dalın acısıyla

üzerime sinmiş insan tozunun 

genzimde bıraktığı sisli koku ile

bekledim...

denizin boyum kadar altında

içimde kocaman bir taş ile.

belki dedim,

belki bu beklemek

bu ruhu terbiye eden temrin

bu dudaklarına hapsolmuş emrin

bir inciye dönüşür 

içimdeki taş

altın kadar değerli

...

olmuyor 

kurduğumuz uzun cümleler, 

gerdana hapsolmuş acemi öpüşler

ve bir düğmeyi çözmeye mahcup

dudaklar dolusu mazi

çok sonra anladım

çok sonra

insan bedeninin fazlalıkları, 

girintileri ve çıkıntılarıyla 

öğrendikleri kadarmış.

gecikmiş,

geç kalmış bir idrak

ben bir istirdyeyim

Cibran'ın soru sorduğu

sen ise içimde rengi altına çalan ve bir türlü 

demlenmek bilmeyen 

inci

...

artık

bir 

düşe hapsolmuş

açık kalmış

ve kapanmamış bir yevmiye defteri

aramızda

ki 

hiç

kapanmayacak

bu

mesafe

...

ah izmir

izmir olalı böyle bir tıkanma 

görmedi, görmeyecek...

İ.D.

Özlem

bütün ilimlerin ve cümle maddenin
ruhuna işlemiş 
kimya
insanın kah burnuna 
kah gözlerine sürtünen
yokluğun deryası
özlem
...
cabut bağladım
duraklara
bilmediğim bir iklimdi
ben yolunu bulmaya teşne bir naylon parçası 
rüzgarına kapılmış
ordan oraya
Bayraklı nere Buca nere
ve 
neresi Özkanlar...
belki en uzun yolum değildi bu güzergah
ama
uzatmalıydı her haliyle
Platon kolumun altındaki kitabın yazarı
ben ise
ona kafayı takmış bir Platonik
...
nasıl olmalı bu "devlet"
özlemini çekiyoruz
nihayetinde
...
çok çok 
eziyet gördü bu sine
çok yandı yanıldı 
bu uğurda
...
özlem, 
bir element olmalı
periyodik tabloda
...

Bekleme Duvarı

bir aydan fazladır

cebimde debelenip duruyor
1 lira
ne alsam bununla 
düşünüyorum 
bahtımı yara yara

çok değil 
sabrım 
sineme taştı
bir oyuk 
gönlümün içinde 
çatlayan şişe
ar damarım nerede bilmiyorum 
unuttum 
kimden sonra benden alındığını
...
her şey bu 
1 lira 
yüzünden!
cebim bu kadar küçük olmasa
bu kadar yer kaplamazdı 
belki...
belki de 
benim uydurmalarım üzredir 
kafamın içindeki bu hengame
bir rüya, 
bir fantezi alemindeyim
önüm arkam 
sır
ve 
zır bir deliye mahkum olmuşuz
cümle alem

eli durmadan cebimize uzanıyor
cebimiz ise meteliğe 
makara sarıyor aklınca
aklınca diyorum 
çünkü zan
ve dahi bu zaman
onun üzredir.
...
hatırlarım da bir zaman
çok şey alınacak
bu 1 lira ile diye
mezat açmış 
bir meczup
vardı
(ülkenin ufkunu bahtına bağlayıp çemkirdikçe çemkiren)
"ne alırsan
ne istersen
1 lira"
oysa tezgah/ı boştu
ve 
adamın ağzına bakmaktan
tezgaha bakmayı düşünemiyordu
hiç 
kimse
...
şimdi 
bir aydır ellerim cebimde 
bu duvar dibinde 
daha öncede kaldığım,
beklediğim bu duvar dibinde cebimdeki o son bir lira ile
bir meşk yaşıyorum
sıra bana gelene kadar
...
kimseyi çağırmadılar oysa
bugün
iş yok
iş yok
iş yok
...
ne kağıt bıraktılar toplayacak
ne de sokak kaldı dolanacak
artık çöplerini de satıyorlar insanların
çöplerini de 
iyimser bir his bırakıp üç kutunun içinde
üç kutu yan yana
cam, kağıt ve evsel atık...
kendileri sabahtan akşama kadar 
doğaananın ırzına geçerken
namus bekçiliğini sana yaptırıyorlar
sana
çöp bile bırakmıyorlar 
sana,
bana,
bize...

İ.D.


KUŞAĞIM

kıştan oyma bir mevsim

kıştan yapma bir resim

bir kuşun oyma nakışlı kanatlarına aldandı

gözüm

kederin bütün köprülerinde estim,

kısık bir sesle gürledim de

kıştı mevsim

beyaza boyanmıştı resmim

çuvalladı kaldı 

ulu orta bu cenderede neslim

sıçtık!

yürek zalimin hakkı

kürek yetimin/mazlumun hakkı

bunu geç öğrendim

bu yüzden zalim olduğum zamanlarda

yürekli saydım kendimi

ahhh talihim ne büyük yanılgı içindeymişim…

şimdi

bir mazlumun efkarını taşıyorum sinemde

bir çuval gibi

aynen

yeterince 

dağıldık

şimdi 

içtima 

vakti

...


ÇUVAL TEŞBİHİ

bir çuval

dolduğu yerde kalmış

olduğu gibi

öylece

bin yılmış sanki

orada…

bir çuval

yaslamış sırtını duvarın dibine

birazda toplanmış göbekten aşağıya

tembel bir çuval

hımbıl

bir yorgunluğu taşıyor içinde

yaşıyor an ben an soluksuz

yorgunluğunu

koyu bir rüzgar,

bölüyor uykusunu yarılıyor ortasından iki dilime

düşüyor, dağılıyor halıya kilime…

ölmek için bütün bahanelerini dizginleyen ben

bugün onları tutmama,

bir cemiyete boca etme derdindeyim

ahvalim

çuvalla atışma da

ruhum bedenimde çatışma da

tutmuşum,

tutuşmuşum

kimin saçlarına değiyor ki?

kimin ellerine,

kimin kemiksiz diline

bir çuval gibi

haydi git işine…

avucum ellerimin içinde

nasırlar doluşmuş her bir çizgisine

gölgesinde bile konaklayamayacağım bir kasrın inşasından

dudağımda ıslık gibi salyalarca damıttığım ezgisine

kim inanırsa

kem inanır

kim görürse

kem görür

bir çuval

bir duvar

bir de beni….

duvar aynı duvar da ben çuvalım

sanki

büklüm büklüm

bükülen iki parçaya

….


Tutsak Komedyen

....

hayatı boyunca aynı 

espriye tutsak bir komedyen

kendisi dışında herkesi güldürebilir

ilk defa

ama hiç kimse aynı 

espriye gülmez

aynı perdeden 

ikinci defa

...

Nicedir

 nicedir

inatla aynı yere damlıyor su

hoyrat ve bilmediğim bir dilde ısrar ediyor

bense deli bir inat taşıyorum alnımda

ölsem,

kalsam

kimse bilmeyecek 

nedenini...

haznem tütsü diyarı

envai çeşit yara taşıyorum 

kokmasın mı? 

nicedir,

boynumda bir nasır

kimin günahını taşıdıysam 

artık 

bilmiyorum

...

nicedir

hırlayan bir köpek 

ötemde berimde dolanıyor

insani seslerle hırlıyor 

boğazından anladığım dilden tükürükler saçıyor hüznüme

genzinin bir yangına mahal olduğunu biliyorum

ne susuyor,

ne gidiyor,

ne de ısırıyor...

nicedir...

kimse bilmiyor

içime musallat olan "ince"liği

bedenimde iki kafes biri yan yatmada 

kaytarmada diğeri

ama 

kimse 

o

bilmiyor...


SU YOK

 su akar yatağını bulur...

su dediğin neydi ki 

ne oldu şimdi?

o yatak dediğin sırtı yumuşak toprak

şimdi nerede

hangi dere kaldı suyu muhafaza eden 

hangi çay,

hangi göl,

balıkların yurdu hangi su

toprak mı kaldı binalardan

yatak olsundu?

su akar 

yatak yalan

binalar çirkin

ve 

modern zaman dediğin

küçük insanın 

uzun suluklu bir aynada silüetine 

bakarak 

gün be gün ölmesidir.

haaaa atalar iyi niyetliymiş 

de

bu sözün başka bir gideri yok 

midemiz geniş değil 

o kadar açlıktan sonra

...



DOST MECAZI

insan bir kadife taşır sinesinde
rüzgara hisli...
kime konuştuğunuz değil kime sustuğunuz da önemlidir bazen
bir manzaraya bakar gibi,
bir denize akar gibi
yaptığınız zamanlarınızda 
sükuneti bir gölge gibi başınızda tutan...
bazen hiç bir su serinletmez 
bağrınızı 
hiç bir yel, 
hiç bir el 
değemez saçlarınıza
hiç bir ilaç dokunmaz
yaranıza
bütün ilaçlar tuz, 
bütün tatlar acı
ve bütün insanlar yabancı.
merhem kimsede değil 
sizdedir
ama siz
susmak istediğiniz 
bir makam,
bir dağ ararsınız 
üstelik herkese ve her şeye bu kadar adil bir mesafe koyarken...
konuşmanın yetmediği dostlarımız,
konuştuğumuzda dinleyen,
sustuğumuzda susan dostlarımız,
bize anlatmak istediklerinden ziyade 
dinlemek isteyenlerimiz.
herkesin
hunharca kendini anlatma aşkına kapıldığı bir çağ bu
dinlemek çok kıymetli anlatmaktan
hem de öyle sadece sesinizi değil sessizliğinizi de...
misal ben kendime susuyorum
kendime...
kusmak istediğim zaman bir lavabo gibi 
olur içim
insan bazen içine kusar
çünkü dışındaki hiçbir şey kabul edecek gibi değil içindekini
işte
böyle zamanlarda kimse anlamaz sizin bir mide sorununuzun
beslenme borusu ile çözülemeyeceğini
kimse anlamaz.
dost olan bilir aslında susmanın içeriye kusmak olduğunu 
susar saygısından sessizliğinizi dinler
dost olmayanı da demeye hacet yok onlar biliyorlar zaten 
nerde susmamaları ve nerde konuşmamaları gerektiğini...




Saygı

bir insanı sevme ya da sevmeme keyfiyetimiz olmalı 
elimizde kalan son mevzi bu nasılsa
ama bu keyfiyet
ona ve onun doğrularına saygı göstermemiz gerektiği gerçeğini değiştirmiyor.
mesela
sen büyük olguların ve fikirlerin insanı olabilirsin
bense sabahları güneşin doğuşunu izlemek dışında bir tasaya yer vermeyebilirim dünyamda
ya da senin "bir yere gelmekten" anladığın şey 
benim yer diye bildiğim bir yer olmayabilir.
mesela
sen 8/5 çalışmayı basit görebilirsin
ama ben 
hayatımı onun geleceği günü beklemekle geçirebilirim.
*
demem o ki 
hayaller güçlüdür
ne barındırdığı ile ilgili değil bu 
güç
bu güç 
sende, bende, onda ve diğerlerimizde ne kadar yer kaplıyorsa 
o hayaller
o kadardır güçleri
ve 
sinelerimizin genişliği bir değil
coğrafyalarımız, dağlarımız ve nitekim ovalarımız farklıdır.
her iklim bulunduğu yere göre güneş alır ve onunla yetinir.
acı, acıdır 
ama her bedence bıraktığı sancı farklıdır
eşikler farklı kapısına göre yapısına göre
türlü türlüdür.vesselam..
*
evet kimseyi sevmek zorunda değiliz
ama saygıyı 
her canlı hak ediyor
...
bir insan bile 
karıncaları 
demiyorum bile...

KÖK

köktüm 

ağacımın gölgesinin altındaki toprağa saklanmış

ben mi ağaca muhtaçtım 

ağaç mı bana 

hiç bilemedim 

insanların seslerini duydukça.

uzadıkça uzadı dalları ağacımın bilmediğim görmediğim yerlere

bende yerin altında hissettiğim kadarıyla izliyordum 

görmeden hissederek

...

köktüm

taşıdım bütün gövdesini ağacımın 

dallarıyla beraber

kimse görmedi, bilmedi beni

varsa yoksa gövde

varsa yoksa dallar

şiirler yazıldı her ikisine de

oysa bendim

gövdeye can dallara suyu taşıyan

kimseye görünmeden 

olanca mütevaziliği ile 

gösteriş yapmadan 

...




kendi şiirine mahcup şair

-sana diktiğim elbise olmamış.
 dedi terzi.
kadın ise
-yooo gayet de beğendim tam bana göre dikmişsin.
dedi. 
terzi 
-öyle diyorsun da ben beğenmedim sendeki duruşunu ya da fazla gelmiş sana.
-nasıl yani? diye sordu kadın
terzi tekrar söze girdi,
-sanki sen değil de elbise giymiş seni.
dedi.
kadın afalladı, anlamadı terzinin ne demek istediğini.
-ne demek istiyorsunuz anlamadım? 
dedi.
terzi,
-zaten anlasaydın ben bu cümleleri kurmuş olmazdım. 
dedi ve ekledi,
-lütfen çıkarır mısınız? dedi.
kadın durumu anlamamış olmakla beraber çıkarıp elbiseyi bıraktı tezgahın üstüne, şaşırmış ve biraz da kızgın bir şekilde
-iyi günler size o zaman! deyip çekti gitti.
bense bir hafta önce verdiğim paltomu almak için sıramı bekliyordum bunlara şahit olurken.
kadın gitti gitmesine de mekanda bir anlamsızlık duygusu bıraktı çırağın göz bebeklerinde, o da anlamamıştı ustasının neden böyle davrandığını.
durgun bir göleti andıran bakışlarım biranda azgın bir nehre dönüştü ve kıskandım terziyi, keşke benim de böyle bir imkanım olsa da, yazdıklarımı geri alabilsem.
sözlerimi, şiirlerimi, mesajlarımı ve söylediğim şarkıları. anladım çoook ölçüsüz yazmışım bütün şiirlerimi, hepsi de serbest nazım.


 

ÇİLEMİZ

"insan, 
hiç tanımadığı, hiç bilmediği 
birinden 
yahut bir şeyden 
neden nefret eder ki"
hep aynı nakarat
bol acı
bol baharat
...
iklim bir ikilem bağışlıyor boylu boyunca
ya çık,
sokağa taş/la
ya da kal içerde
bağrında kocaman bir taş/la
...
ayna,
sakallarım sineme erişmiyor bir türlü
uza uza nereye kadar
yüzüm bir vadinin hatlarına
utanıyor
göz çukurularım annemin yadigarı
hüznüm babadan
...
kaçıncısı bu sayamadım
gayrı resmi bir dilde acı çekiyor
ve mütemadiyen 
tanımadığımız insanların nefretine mazhar oluyor terimiz, tenimiz.
bu bir
siyasi münazara değil
ruhum sendeki manzara
bu
...
hep aynı şarkı
aynı nakarat
aynı yemek
ve bol baharat...

Gülümse

 papatyalar 

çiçekler dolaniyor saçlarında bir kadının 

rüzgar kendine çekiyor

tutup saçlarından 

yüzünde kuşlar cilveleşiyor


kaşın, gözün o biçim



haberi yok içinin


ben söyle(r)miyim


bilmem...


içinde izmir geçen ne çok 


cümle var


diline


yanaşan


 
yakışan



...



sen sana yakışanı



yap


 
gülümse


 
...

Empati

 adamın iki bacağı yok koltuk değnekleri ile durdu yanımızda

-sigara var mı? diye sordu.

sanki yıllardır tanışıyormuşuz edasıyla yaptı bunu, halimizi sorar gibi.

-yok kardeşim maalesef, kullanmıyorum dedim.

-eyvallah. 

deyip yoluna devam etti.

koltuk değneklerinden güç alarak yokuş yukarı tırmanmaya başladı.

yanımda duran arkadaşım,

-adama bak iki bacağı yok, buna rağmen hala sigara içiyor! dedi.

-belki de bacakları olmadığı için içiyordur.

dedim.

Bizim temel sorunumuz kendi değer yargılarımız ve kendi tecrübelerimiz üzerinden başka hayatları yargılıyoruz. hemde bunu yaparken o başkalarının ne yaşayıp ne yaşamadıklarını gözardı ediyoruz.

Biraz empati çok şeyi değiştirecek, hemde çok şeyi.

Hafıza

adımın okunuşu ile yazılışının farkını 

gri binalara girdiğimde 

öğrendim,

resmiyet bizim cemiyet hayatımıza 

ilkin adımızı hizaya koyarak giriyordu

sonrasında ise malum andımız...

***

hafızam yetmiyor hatıramın yüküne...

çok şey hatırlıyorum yerli yersiz

ismini bilmediğim yüzleri mesela

beni unutan, beni tanımayan yüzleri

bir durak ahbaplığından, bir yağmur kaçaklığından, 

bir ekmek kuyruğu ya da market sırasından

hatırladıklarım var...

parkta oturanlardan, üstüme vazife olmayan olaylardan 

ve 

sahibinin dahi unuttuğu anılardan

çokça şey duruyor hafızamda...




 


Mizanpaj

 sanırım taştım

sığacak bir kabım

katlanacak bir dolabım yok

dökülmüş ötem berim 

derim

toplayacak kimse yok

...

hangi cehennem alacak ruhumu

hangi yangın o köze dokunmaya cüret edecek?

kendimi imla kılavuzundaki bir imla hatası saydım

ötesi yok

avunduğum hiçbir duvar

teselli etmiyor

hiç bir duvar 

teselli bir uzak ihtimal şimdi 

olancasıyla ihtimam gösterdiğim

...

su istedim 

bir çeşmenin önündeyim

ellerim buz 

ayaklarım su

ağzım tuz içinde

damağım bir meşke dalmış dilimin ucu ile 

dilim kemiksiz 

kuru kupkuru şimdi

aççokaçşimdi

...

bu bendeki efkar

bu bendeki efkar

bu bende efkar

başka surette sırıtmıyor böyle

sorsan hüznün darağacı bir ruh hali içinde resmim

kulaklarım, ağzımın sınırlarından usanmış 

tel tel dökülüyor çizgiler suretimden

...

ilk hangi iklim ters yaptı,

hangi kapı kapandı,

hangi tel koptu 

ve ahenk hangi bakışta kaptırdı kendini o çıkmaz yokuşa

...

artık 

taştım

katı






Afili Çukurlara Düşen Kelimeler

sen büyümüşsün
ama
aramızdaki mesafe kısalmamış
...
sevgili/m
yaralarım
ben yaptım elimden geleni senin iyileşmeye niyetin yok
...
ben yalnızdım
ufkum sende belirdiğinde
çoğunluk fikri hoş bir esintiydi o anda
oysa bir fikre ne kadar abanırsak abanalım
dibinde temel yoksa 
çöküp gider en sonunda..
...
sen büyümüşsün ama aramızdaki
mesafe kibrinden taviz vermemiş
...
belki   benim bir yerde durup beklemem 
yahut bu hayat meselinde oturup teklemem 
lazımdı.
belki
o zaman bir şeye benzer
ve bir şeye değerdi sende ki büyüklük
oysa şimdi sende zuhur eden "büyüklük"
benim içimde oturan kocaman bi'yüklük
...



Salon Takımı

sokaklar dururken 
salonlarda koşanlar 
bu hayatı sizi asla 
affetmeyecektir.

#salontakımı #corona #spor

Dev Aynası

adımın okunuşu ile yazılışının farkını 


gri binalara girdiğimde 

öğrendim,

resmiyet bizim cemiyet hayatımıza 

ilkin adımızı hizaya koyarak giriyordu

sonrasında 

ise 

malum andımız...


Gül Meseli

dal boyu ömrüm
bu kıvam, bu kıvrım niyetim değildi.
düşmüştüm seyrine bir gülün
bu toz, bu diken umrum değildi…

gül,

kendinden geçti

dal onun, gövde onun ama suç benim değildi…

kırdı belinden bir çiçekçi

gülü dalından

el onun, makas onun ama gül bende değildi…

baktım saksının çemberine

gül k/oymuşlar içine

masa benim, toprak benim ama saksı benim değildi…

dal boyu ömrüm

döndüm,

dolaştım,

gönül benim, beden benim ama ruh benim değildi…

 İ.D.


Dünyanın Sonu



Tiyatronun kulisinde bir gün yangın çıkmış.Palyaço haber vermek
için sahneye gelmiş. Herkes bunun bir şaka olduğunu sanıp
alkışlamaya başlamış. Palyaço uyarmaya devam ettikçe alkışlar
daha da hızlanmış. Sanırım dünyanın sonu, her şeyin bir şaka
olduğunu sananların yükselen alkışları arasında gelecek.

Søren Aabye Kierkegaard - “ Meseller ”



Zamanın Nefesi

baktım,
dışımı kavuran ateş
içimi ısıtmıyor heyhat
anladım,
bedenim kiralık verilmiş ruhuma
sanki
bu seyirlik keşmekeş burada geçecek
biliyorum...
sonra
bir haber düşüyor önüme
haylidir memleket öyle
hiçbir şey verilmiyor,
alınmıyor
yahut atılmıyor...
düşüyor ne varsa,
düşüyor bir haber önüme
idlib, aşağısı sanırım dünyanın
put in ingilizce mi bir isim mi ne?
sunucunun ağzında gevelediği
"başımız sağolsun......"
tacımız sağolsun...
diye çalınıyor kulağıma ya da
ya da öyle duyuyor içimdeki
pısırık
kısık bir sesle olancasıyla
"başımız değil gençlerimiz sağolsun..."
diyorum
benden başka duyan olmuyor...
...
tepit
modern insan
yoksunluklarının esiridir
bir hamaset
bir kibir
sanırsın her şey ondan geridir
o her şeyden beri.
işte bu noktada
çok şeye tahammül edebilirim kendi adıma
okumuş cahiller hariç
ve ne olursa olsun mesele
hariçten gazel okuyanlar da hariç...

kendime dönüyorum
sonra "ruh hangi bedeni gezdireceğini bilir."
diyorum
kendime
oysa aynada pek bi şekilsiz duruyor üzerimde bu beden
ve
"bazen
beden güzel olur
bazen de neden" diyorum kendime
nedensiz
...
bir cumadır
almış başını gidiyor bütün haftalar da
oysa bütün günlere eşit
bütün ibadetlere de reşit
bir mesafedeyim
rolüm aynı bu oyunda
alkışlamıyorum kimseyi...

bir trene tesadüf ediyorum sonra
zamanı solunum yoluna asmış bir hayalet
zaman asılmış belki de
ciğerlerine
anlamadım
sormak geçti aklımdan ama kıyamadım...
kim böyle bir soruya cevap vermek ister ki?
sen mi zamanı besliyorsun
yoksa zaman mı seni!
...
burası pakistan, karaçi
anladım
binalar, betondan duvarlar,
makinalar ve dahi silahlar,
uzaya fırlatılan uydular
hiçbiri
bir türbedeki medeniyetin çizgisine varamıyor.
medeniyet
yok!
medeniyet
yok!
hiç bir yerinde dünyanın...
bunu amerikanın keşfi ile bitirdi
insanlık
sonrası ise
yaşlı bilgenin
sözü doğrular buna yıllar yıllar sonra
"dağların anahtarını kaybettim..."
sihrini yitirmiş bir dünya göğsü kaosa açılmış,
zaman nefessiz,
insan zamansız
ve ruh bedensiz kalmış...
.
içimdeki ateş
idlibe sıçramış
yaptığım hamaset
ruhumu,
ruhum da bedenimi kirletmiş,
bütün cumalar kanlı ve kara
türbeler bombalanıyor çünkü
en çok o günlerde...
"mi kilîte koû kerd vind..."
İ.D.



ÇUKUR

herkesin bir kör kuyusu var
dibinde sıyırdığı
bir de eksik bir duy(g)usu var
ezildikçe kayırdığı

herkesin ağız boşluğunda biriken bir çığlığı
birde coğrafyasından miras aldığı bir sığlığı
var
kimselere diyemediği

herkesin bir çıkmaz sokağı var
dibinde sıkıştığı
bir de silah dayadığı bir şakağı var
namluda merminin sıkıştığı

herkesin bedeni ile içine gömüldüğü bir kafesi
bir de ciğerlerine bol gelen kafesine mahkum bir nefesi
var
veremediği
...
herkes
biraz gerçek
çokça kurgu,
biraz pezevenk,
biraz oruspu.
herkes biraz veli
ve biraz da meczup.
biraz asker kaçığı,
biraz asker kaçağı herkes.
biraz aşık,
biraz maşuk herkes.
biraz kaçkın,
biraz hırçın,
biraz yobaz,
biraz haylaz herkes.
biraz av,
biraz avcı herkes.
biraz kendine yerli
biraz da yabancı
herkes herkese...

herkes,
kör bir kuyu
eksik bir duy(g)u
ve
herkeste var bir çığlık, bir sığlık
sonra çıkmaz bir sokak
şırıl şırıl terlerin yağdığı yorgun bir şakak herkes...
İ.D.







Elleri tez

madem tezdi ellerinin ayarı
boynumda niye bir türlü ilerlemiyor aşkının hızarı
...
İ.D.

Fizik

sana asılsam
ikimizde düşeriz
bu,
basit bir fizik kuralı
...
oysa
ne sen
ulaşırsın bana
ne de ben
taşırım seni
çünkü
kimyamız...
o, buna mani
...
İ.D.



RÜSVA

-ne aranıyor, neye bakınıyorsun? 
dedi 
biri
-gözün görebileceği şeyler değildir aradıklarım. 
dedi 
diğeri
rüsva oldu biri
yoluna koyuldu diğeri
...
İ.D.

tenha

kimse kalmamış gibi
gitmişler arkalarında konuşan bir ıssızlık bırakmışlar
duruyor her şey
ama
bu sokak
bu şehir ve kalıntıları...
cümlelerim böyle değildi
böyle boynu bükük
bahtı yaralı...
ben böyle değildim
böyle dağınık
böyle bulutlu...
sen böyle değildin
böyle sancılı
iki kelime
ilki "sen" diye soluk alıyordu tenimde
gerisi
bir kumar
aramızda zaman ve daha adını bilmediğim birden çok paralel evren
duruyordu
dilim uzasın uzadığı kadar ikinciye değmiyordu
şimdi bu şehir böyle tenha
ve bir elif gibi duruyor bedenin boylu boyunca
hem hiçbir yerdesin hem de her yerimde..
dilim uzadıkça uzuyordu saçların önüme düşünce
en az saçların kadar...
İ.D.

TALTİF

















herkes sızısını geldiği yere geri
koysun
acısını da
...
özlem, bir dağdı vaktiyle
uzaktı
bakınca o ufuktan
ama
vuslat en kibirli heyecanı bile dize getirir
öldürür
yıkar o dağları
düze getirir
...
hem öyle zannedildiği gibi değil
değil yani
biri gelip vursun diye açılmış değildir
sinemiz,
başını koyup uyusun diyedir
özlemi dağlarca olanın
...
herkes alsın
alsın ne olur
sızısını
nerden türemiş ve tünemişse o ruha
oraya geri koysun
...
İ.D.

Cinnet Atlası

kendi isimlerine
gülüyordu kadınlar çeşme başında
taştan oyulmuş bir kurna
paçaları çamura doymuş şalvarları ile
kezban, kezban bütün sular.
.
düşün
sivas bir yangın yeriydi vaktiyle
bu çeşmede sular ağladı
koyu gözlerinden göğe
içimizi burkan bir çığlık aktı
kimse duymadı
...
nesimi söylesin canım efendim
bu kadınlar çeşme başında
yazmalarını bir buluta say
şalvarları dağ gelinciklerinden,
küçük minnacık
kışa inat
gülüyorlardı
...
düşün
o vakitler
çorum bir höyükten soluyor bütün varlığını
bir nefretten fazlası var duvarlar etten
komşular düşman
bakışlar en tesirlisi silahların
sonra da ahbaplık
-Ali abi, dışarı gelsene.
sesinde bir bukalemunun ayak lekeleri geziniyor
nefesi lağımdan hallice
-Ali abi...
...
say
desem
hiçbirini bilmez bu kadınlar
çünkü kasnak güllere yazgılıydı
sadece gül işler köyde kadınlar
onun dışında ki her şey pus
ve
bazı şeyler sustu, öyleydi
...


YOKUŞ

aynadaki yüzüne yabancı
biriyim
tenim ezberimde kayboluyor
doğduğumda soluduğum 
her şey bir rahatsızlık sebebi
bende
çok yürümedim biliyorum
bu yolu 
ama çok zaman geçmiş 
çok eskimiş gibi geliyor
bana
yüreğim.


Muhabbet Yalanı

...
herkesin dili var 
anlatmaya,
ama 
kimsenin
kulağı yok 
dinlemeye,
gönlü yok 
anlamaya
...
yazdığını zanneden çok 
o yazılanı okuyan neredeyse 
hiç 
yok
...
biri konuşurken susanlar çoğu kez karşısındakinin ne dediğiyle ilgilenmiyorlar 
tenefüsü nereden yakalarım da derse başlarım derdinde
kendi anlam deryasında ve gevezeliğinde
...



Hayat Kadını I

ruhunu bir elbise gibi üzerine geçirip dışarı çıktı
kadın
bir buluta öykünen kırlangıç sürüsü tam da sokağının üzerinden eserken
dilini bir türkü ısırdı
kulaklarını bir ses.
kime gideceğini bilememek değildi bu
bir çaresizlikten çok bir dahil olma çabasıydı ondaki...
saçlarını rüzgara teslim edeli bir hayli yıl olmuştu
artık nereye dönse bütün erkekler çukur
bütün çukurlar bir mezbaha ve sadece kadınları öğüt(l)üyorlar orada.
kendisine iki boy küçük bir giyit gibiydi bedenine sardığı
oysa ruhu bir bozkırın ferahlığına akıyordu mütemadiyen...
kadın bitmek bilmez bir sokağın telaşında olduğunu ne zaman fark edecekti bilinmez
şehrin dokunulmamış en son taş sokağıydı topuklarının altında ezdiği
hıncını o taşlardan çıkarırcasına olancasıyla hiddetli basıyordu topuklarına.
bir şehri eziyordu,
çocukluğunu,
yalnızlığını ve belkide kadınlığını eziyordu
gücü neye yetiyorsa artık
...




ARKA BAHÇE II

bu bahçe
dağınık
az evvel bir fırtına vurmuş,
bir hortum dağıtmış,
bostan geçmiş ve bahçe bozulmuş
içinden
kaç kere geçtim
kaç kere
sayısız
susuz ve ıslak hallerini bilirim
terke kaldığında ya da bir kalabalığa daldığında
nasıl görünür bilirim
iki kere düştüm
iki derin yarık
ellerimde güller bitti
kandan kırmızı
suda beyaz...
bu bahçe
benim de,
siz farklı mısınız!
yok mu sizin de bahçeniz
bohçanızı dolduran
dağınık, dağılmış, geçmiş ve bozulmuş...
kimseye baktırmadığınız
kimseyi sokmadığınız
...
bir saksı ya da vazo dururken kimse
gülleri bahçe de tutmaz...
bütün çöpler orada bahçededir
ama balkon temiz ve hoş kokuludur...
bilirim hepiniz ve hepimizin
b/öyledir.

matematiksel duyum

sözlerini topla
üzerimden,
aramızda ne geçmişse
mektuplar, şiirler ve söylenmiş diğer her ne varsa
üstümüze sinmiş olanları
...

gözlerini ört,
kapat.
bir duvar ör,
yaramıza.


kendini çıkar
kalbimden
sonra
b/ölsün ne varsa bizden olan
bize dair
bunu bir sen yapabilirsin
...
çünkü ben
matematiği böyle bilmiyorum
...
söz uçar sızı kalır
...

Film Gibi Hayatlar

önce
filmler yaptılar hayatlara benzeyen
ve 
insanlar filmlere o kadar daldılar ki
unuttular filmlerin onların hayatlarının kopyası olduğunu...
tabi iyi ve kötü filmler de oldu
zaman içinde...
sonra 
insanlar, 
kötü filmlerdeki kötü hikayelere öykündüler
zamanla...
ve bir gün her şey bir film sahnesine dönüştü onlar için 
hayatlar(ı) da dahil...
doğal olan ne varsa "aynı filmlerdekine döndü..."
tespit üstüne tespitler...
ooo çok mutluydular tıpkı filmlerde ki gibi...
öyle ki bazı vicdan denen soyut uzuvdan müzdarip 
filmciler bıraktılar film çekmeyi hayat en az filmlerdeki kadar 
kurmacanın sınırlarını zorlayacak bir gerçeklikle tezahür ediyor...
ve sonuç 
bir kopya nasıl olurda 
dönüp dolaşıp aslına referans olur?
hayatlar, mezatlar birbirine tezatlar..
....



HAD

çok denedim olmadı
"büyük şeyler küçük çekmecelere sığmazlar..."


Arka Bahçedeki Canavar

baktım,
herkes şenlikte sanki
bütün evlerin panjuru pembe
bütün balkonlar ve bahçe kapıları begonvil cenneti
bütün perdeler cafcaflı...
sorsan, 
herkes
cennetin yolcusu
iyiniyet bavulcusu
sağcısı, 
solcusu,
x, y, z ve hatırıma düşmeyen diğerleri
oysa
herkesin 
arka bahçesinde duruyor
kibirden göğsü kabarmış
tırnakları yırtmaya hazır
midesi doymak bilmez
bir canavar yatıyor
kuyruğundan bağlanmış...
canavarlar boynundan bağlanır halbu ki...

DİYALEKTİK BUHRAN

yaralarım sanayi devriminden yadigar
sermaye emek çelişkili bir ilişki yaşıyorum dünya ile
başımla toprak arasında doksan derecelik bir mesafe ama sanki başım gömülü
oysa ayaklarım yakın arada pabuçlarım olmazsa...
kaç takla attığımı saymadım ama düştüğümde her yer tanıdık
yadırganacak bir manzara kalmamış
aynı yerdeydim...
alnıma bakıyorum
beni olduğumdan büyük gösteren bir aynadan
sırılsıklam terliyim ama aynada gözüken
rahatsız edici bir kuruluk...
düşündüm emanet olsam dünya da
ederim daha fazla olurdu kederimden
değilim değilim oysa...
sonra bir gün ayaklarımın altına aldım
o terazisi olmayan duyguyu
gittim kapılara
gördüm
eşikler daha büyüktü kapılardan
kapılar daha büyüktü yapılardan...
düşün
harç tuğladan fazla konulmuş duvara
ben dahil bütün her şey sevimsiz...
denedim olmadı diyeceğim bir senaryo yok
bir hikaye anlatsam kendimin
inanası yok
elimde sönmek üzere duran bir kandil
göğsümde bitmek üzere olan bir nefes
...

METASTAZ


1
açılır
sere serpe sır kapısı
"düşer dillerinden bir güzelin
esrar
uyuşturur bendeki
ağzı bozuk düzen tutmaz
ısrarı!!!"

2
aklım diyorum
kimin kapısı kapalı ki
kendis(i)ne/
susmak keramet olsaydı
dilsizler lal olmazdı cemiyette..
konuşmak
niye boş
yine boş
yazmak haylazlık başka bir şey değil...

3
şimdi burda
durup
dururken
cümlem
kelimelerini yutmuş içine
sana
söyleyemediklerimi dolaylıyorum...

4
bütün tümleçler, zarflar, mektuplar
dolaylı,
ben zamirden bozmayım
özne kılığında her şeyim nesne...

5
iklim iki kere gün gösterir yüzüne
bana kış
kara kış...

6
kaşları bir bağ bozumu sonrası değil
bir dağ kıvrımı gözlerinin üstünde

7
neyleyim pazarlar dolu
ben dizginliyim
dağınık pazar yerlerinde kaldı azığım
yazığım

8
ben bir şafak
sonrası
tutuşan değil
uçuşan eteklere
sonrası
faniliğimiz, haniliğimiz ve
hiçliğimiz
bir kedere buladım kendimi
sır kapısında
kapı sırasında
sıkılıyorum artık 
beklemek-
               ten 
zor geliyor
.................

19/02/2008/
02.12.2014/
01.03.2019.

Zıtlık

Üsküdar'dan bu yana lo kimin yurdu? A.Arif kendine  mağdur, mağdura da fail süsü vermiş faillerin yurdu!